İlkel Kültürler ve Uygar Toplumlar
Daha önce vurgulandığı gibi, her kim bu “ilkel” kültürlerden birini incelemek isterse, onların metafizikleri, kendi dünya anlayışları içine girmedikçe ve onların zihinsel yapısını bizimkiyle kökten bir biçimde karşı karşıya koymaktan vazgeçmedikçe, geçerli sonuçlara ulaşmayı beklememelidir. Çünkü çok eski çağlarda donup kalmış bir durum olmak şöyle dursun, bu insanların kendi tarihleri olmuştur ve belli bir anlamda, kendilerine özgü olan ve hep kendiyle tutarlı kalmış bir dizgeye uygun olarak kendi felsefelerini kurmuşlardır kafalarında.
Bunun için bu insanlara “ilkel” terimini yüklerken her türlü gerekli önlemi almalıyız. Ağır olduğu kadar haksız da olan değer yargıları saçarız ortalığa; bir zamanlar bu insanları, sırf “uygar” denen toplumlarla aynı yaşam biçimini, aynı ölçütleri, aynı düşünme biçimlerini paylaşmıyorlar diye hemen hemen horgörüyle “geri toplumlar” diye nitelerken yapıldığı gibi.
Tersine “ilkel” diye yargılanan toplumlar, sırf avadanlıklarının ve yaşama araçlarının genel özelliklerine verdikleri önemden ötürü, çok daha ileri diye düşünülen topluluklarda bulamayabileceğimiz görece eksiksiz teknikleri çok iyi kullanabiliyorlar.
Sayıları Doğrudan Algılamanın Sınırları
Kendimizi sayıları dolaysız tanımayla ilgili doğal yetilerimizin kılavuzluğuna bıraksaydık sayı alanında çok daha iyisini yapabilirdik diye düşünmek pek hatalı olurdu.
Uygulamada şu ya da bu niceliğin ayrımına varmak istediğimizde belleğe ya da karşılaştırmaya, bölümlemeye, zihinsel öbekleme ya da daha iyisi, soyut olarak sayma yetisine başvururuz. Öyle ki, bu konudaki yatkınlığımızın sınırlarının bilincine varmak bizim için genellikle zor olur.
Yine de, karşımıza ‘yan yana duran’ bir dizi benzer varlık ya da nesne koyup ‘tek ve çabuk bir bakışla’ (yani hile karıştırmadan) bunların kaç tane olduğunu söylemeye çalışalım. Kaça kadar gidebiliriz?
İlk bakışta ve hatasız olarak bir, iki, üç, hatta dört öğe seçeriz. Ama sayıları ayırt etme gücümüz orada durur. Çünkü dördün ötesinde kafamızda her şey karmakarışık olur ve toptan görünüşün bize artık hiçbir yardımı dokunmaz. Şu yığında onbeş tabak mı, yirmi tabak mı var; şu cephede beş pencere mi, altı pencere mi, sekiz pencere mi var? Bunları bilmek için saymak gerekir.
Göz, deyim yerindeyse, yeterince kesin bir “ölçü aleti” değildir; sayıları dolaysız algılama gücü dört sayısını çok ender olarak aşar (hiç aşmaz demiyorum).
Bu olgunun ilk doğrulaması, Okyanusya’da, tekil, ikil, üçül, dördül ve çoğul gramatik biçimlerle çekim yapma alışkanlığı olan birçok kabilenin varlığıdır. Bu insanlarda ortak adları bireyselleştirme yeteneği dörtle sınırlıdır. Gerçekten, dörde kadar, varlıkların ya da nesnelerin adları onların dillerinde açıkça ifade edilir ve her birinin kendine özgü bir özelliği vardır; ama dörtten sonra, sayılar gibi adlar da çekimden ve kişilikten yoksundur ve maddi çokluğun belirsiz, kötü dile getirilmiş özelliğini kazanırlar. Bu biraz bizim Fransızcada, bir eşek için baudet, iki eşek için baudeta, üç eşek için baudeti, dört eşek için baudeto, eşekler için baudets gibi şeyler söyleyerek, bir, iki, üç, dört ve birçok eşek arasındaki farkı dile getirmemiz gibidir.
Aynı şekilde Romalıların bir adet olarak erkek çocuklarına (o çağda kızlara ön ad verilmezdi!) verdikleri ön adlar dördüncü çocuğa kadar (dört dahil), örneğin, Appius, Aulius, Gaius, Lucius, Marcus, Servius gibi olağan biçimde verilmiş özel adlardı. Buna karşılık, beşinciden itibaren oğullarını yalın numaralarla çağırmakla yetiniyorlardı: Quintus (beşinci), Sextus (altıncı), Octavius (sekizinci), Decimus (onuncu) ya da hatta Numerius (birçok). Burada örneğin çözümlemeci Quintus Fabius Pictor’u, şair Quintus Horatius Flaccus’u, Sextus Pompeius Magnus’u (Büyük Pompeius’un oğlu) ve asıl adı Decimus Junius Juvenalis olan hiciv şairi Juvenal’i düşünelim.
Yine, eski Roma yılında (Romulus denen yıl) yalnız ilk dört ayın özel adı (Martius, Aprilis, Maius, Junius) bulunduğuna dikkat çekilmiştir; çünkü beşinciden itibaren ay adları artık yalnızca sıra numaralarıydı: Quintilis, Sextilis, September, October, November, December.
Sayısal işaretleme bu temel ruhbilimsel yasadan doğmuştur. Bir, iki, üç, dört çizik atarız ve sonra bunun üzerini çizeriz (temel 5’lik sistem).
…
Rakamların Evrensel Tarihi I (Tübitak Yayınları)
DalıYorum