Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘İnsan Yüzleri – 3 – Ahmet İnam’ Category

Bazen atatürkü düşünürüm, evveliyatını da yani, taa 1826’ya gider masal 2. Mahmut zamanına, modernleşme, batılılaşma hevesleri, ama cumhuriyet bir kırılma noktasıdır, neden muhafazakar kesimin gönlüne inmemiştir, bu kesim neden düşman bellemiştir bu adamı; belki de yüzlerce yıllık bi anlamı olan bi şeyi kafanızdan çıkartıp bi gece de kafanıza şarlo şapkası takmaya çalışırlarsa bi düşmanlık peydahlanabilir insanda, makul karşılamak lazım, zaten ne kadar tepeden inme değiştirilmeye çalışılsa da eski kültür yeninin içinde vareder hep kendini, (şarloya gülmüşüzdür, ama kemal sunala daha çok gülmüşüzdür) (bi parantez daha açiim, aklıma kemal sunalın salako filmi geldi, tüm salaklığıyla sevdiği kadının peşinden koşan ve en çok da sevdiği kadın tarafından salak yerine konan bi kahramandır orda, sanatsallığı, eleştiriselliği, basitliği ya da karmaşıklığı bi tarafa, çünkü umrumda diil, sonlara doğru bi sahnesi vardır; kader tüm salaklıklardan bir kahraman yarattığı zaman, kalbindeki şeyden daha değerli bir şey olmadığını bilen bu salak herife han teklif ederler, istemem der, hamam teklif ederler, istemem der, ve nihayet sevdiği kadını teklif ederler ona ve onu hiç istemem der, ismin yalın hali…) daha kıvamlı, daha hoş bi yolla gelişseydi keşke her şey, toptan bi reddiye böyle ne doğuda kalmış ne de batıda bi ton gereksizlik doğurdu sanki, yani şöyle oldu işte, batı dediğimiz şey bir evrensellik iddiasıyla her insanı içine alacak bir düş kurmaya çalıştı da, bu, kendini dayatmasının ötesine geçemedi, hüzün mesela her zaman daha öğreticidir neşeden, insan saçma sapan şeylere de gülebilir de, hatta sırf başkaları gülüyor diye de gülebilir de, gözyaşının herkes için bi sırrı vardır, nese geçiim edebiyatı, 3. yüzümüz de az rastlanır cinsten sanki…

 

MAHZUN


Hüzün ‘biz’e özgüdür. Osmanlı’nın yaşadığı, Cumhuriyet’te yaşamakta olan bir ruh durumudur. Batı dillerine, olanca derinliğini vererek çevrilebileceğini sanmıyorum. Hüzün, bir ‘ardından bakma’dır. Yaşanana. Yaşananın tortusuna. Yaşanmış gerçeklikle birlikte titreşmektir. Yaşanmış üstüne bir yoğunlaşmadır. Yaşanmışın yarı belirsiz değerlendirilmesidir. Kaçırılanlar, yanlışlıklar, acılar, çâresizlikler, geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceği… Bir pişmanlık, derin bir melankoli değildir. Tutku, kızgınlık, nefret, öfke, coşku (geleceğe yönelik), yoktur hüzünde. Hüzün, gerçekliğin, geçmiş zaman dilimini, dingin bir tatla değerlendirme yaşantısıdır. Çığlık yoktur hüzünde, çılgın bir sevinç de. Hüzün, bir talep değildir. Bir beklenti. Bir doyurulması gerekli arzu. Hüzün, ‘olduğu gibilik’le çıkılan bir geçmiş yolculuğudur. Yaşanmışın belli bir ışıkla aydınlatılmasıdır. Turuncu bir ışıkla belki. Rengi, hüznü yaşayanın yaşadığına yönelik yorumundan kaynaklanacak ışıkla.

Hüzün, giderek seyrek yaşanır oldu. Gerçeklikle girdiğimiz bir ilişki türü olarak, nasıl yaşanacağını bilenlerin sayısı azalmakta. Mahzun insan, bu çağın insanı olarak görünmüyor. Çağımızda üzülen, bunalan, ‘depresyona’ giren insanların sayısı pek çok. Hüzünde, yaşanan sarsıntıların, tutkuların, sevinçlerin, tatların; sessiz, telaşsız, insanın iç dünyasında bir yerlerini sızlatan bir yorumu var.

Mahzun, garip değil. Garip, garipliğinin farkında değil; tıpkı hıyarın hıyarlığının farkında olmayışı gibi. Mahzun, puştun zıddı idi: Garipliğinin yarı bilincinde olan biri. Mahzun, garibin geçmişte yoğunlaşanı. Geleceğe kapalı değildir yine de. Geleceğin, gelip geçeceğini duyar. Hüzün, yaşanmış olandaki acı ya da sevincin arasındaki ayırım üzerine odaklanmaz. Yaşanmış sevinç dolu da olsa, bıraktığı tortu, hüzündür. Belki, sevinçlerin hüznü, acıların hüznünden daha yoğundur: “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.” Sevinçlerin uçuculuğu, biricikliği, bir daha ‘aynı’ olarak geri gelmeyeceği… Yine de hüzün, umutsuzluğu, küsmüşlüğü barındırmaz içinde: Dünyadan vazgeçme, geri çekilme değildir. Hüzünde çok alttan alta işleyen bir sevinç bileşeni vardır. Üzüntünün kabalığını hüzne çeviren de bu sevinçtir. Yaşanmış önünde soğukkanlı bir tebessümle durabilmek! Sanki, “yaşanmış olan, sen neredesin bilmem ama, ne denli yüreğimi burkarsan burk, ben buradayım” deriz, hüzünde. Acı bizi savurmaz, sevinç hoplatmaz, öfke titretmez: Hüzün dingin bir ruh müziğidir: İçinde kıpırtılı sevinçler taşıyan. “Şöyle ya da böyle ne yaşadım ama!” Yitirdiklerimiz önünde, derin acıların hüzne dönüşebilmesi, bizim mahzunluk duyarlılığımızla ilgilidir. Hüzün, kabalığı, hesabı, kıskançlığı, çıkar hesaplarını kaldırmaz. Onlar gelince, o gider.

Geçmişe hüzün bakışı bir ‘ders alma’ bakışı mıdır? Değildir. Hüzün, ‘vaaz veren’, kürsüde ders notlarını okuyan bir öğretmen değildir. Hüznün öğrettiğini anlayabilmek, hüzün üstüne hüzün yaşamakla olur. Çifte hüzün, hüzünlenmenin hüznüdür. Hüzün, ‘kullanılacak’, yararlanılacak, sömürülecek bir yaşantı değildir.

Bir hâldir. Hâlde (stimmung!) gerçeklikle girdiğimiz ilişki sonucunda, gerçekliğin fark edemediğimiz boyutları çıkar ortaya. Hüzünde, gerçeğin diğer yaşantılarla tanıyamayacağımız ‘yüzleri’ görünür. Kendimizi bu yaşantıyla yeniden fark eder, yeniden keşfederiz. Düz bir ‘keşif değildir bu; hüzünle dönüşürüz.

Saldırganlığın, kabalığın, kurnazlığın, insanları kullanmanın egemen olduğu bir çağda, bir kendini geçmişe bırakarak, geçmişle dingin ilişkiye girme yaşantısı olan, içinde üzüntüyle sevinci birarada taşıyan hüzün ortalıkta görünmüyor.

Mahzun insan, savaşın, çıkar kavgasının, politik oyunların uzağındadır. Dünyanın çirkinliği, dünyadaki haksızlıklar, kalabalıklar ona acı verir. Bu acı, içindeki gariplikle birleştiğinde hüzne dönüşür. Garip, mahzun değildir. Garipliğini hüzünsüz yaşar. Mahzun insanın arada kalmışlığı, bir kıyısında garipliğin diğer kıyısında acıların, yaşam kavgalarının olduğu iki kara parçası arasında ağır ağır akan derin, geniş, sessiz bir nehir oluşundandır.

Hüzün şairleri, giderek kurumakta olan bu nehri canlandırabilecek şiirler yazabilecek mi? Yoksa hüzün, bir zamanlar hüzün diye yaşanan bir yaşantının hatırlanmasıyla ortaya çıkan ikinci dereceden bir duyguya mı dönüşecek?

 

Read Full Post »