Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Kişinin Gerçek Yüzü – Sinem Sal’ Category

K”işin”in Gerçek Yüzü

             

Yazar Sinem Sal   

13 11 2008

 

 

Sol elini kaybetmişsin görür gibiyim.

 

O zaman sağ elinle bir el çiz kendine, sağ elinle, hemen şimdi, yeni bir el çiz bileğinin bitimine.

 

Bak göreceksin sen de inanacaksın yeniden tutacağına.

 

İnsan nasıl oldu sanıyorsun ki…

 

Ben ki bir zamanlar yüzümün sağ yarısını kaybetmiştim. Geçirdiğim bir felç sonrası yüzümün sadece sol kısmı iç dünyamı şekillendirebiliyordu. Yüzümün sağ yanıysa tepkisizliği taşıyordu. Kendini yukarı doğru çeken sol dudağıma inat kıpırdamıyordu bile. Bense aynalara bakmayı reddettiğim için yüzümün sağ yarısını hayal etmek zorunda kalıyordum.

 

Bir aralık günü belki de dört sene sonra gündüz dışarı çıkmaya karar verdim. Üstümde yeşil hırkam ve kahverengi atkım vardı. Atkıyı burnuma kadar çektim. Yünlü iplik burnumun ucunda karıncalanma hissi yaratıyordu. (Bunu hissedebilmek güzel.) Yüzümün sol tarafında da aynı his vardı. Ama sağ yanım yine vurdumduymazlığını yaşıyordu.

 

Dört senedir sadece geceleri dışarı çıkıyordum. Fark etmediğim ne çok şey olduğunu şimdi görebiliyordum . Duvara yazılmış olan “buraya çöp atmayınız!” yazısının kırmızı renkte olduğunu, köşedeki ahşap evin önünde duran ve her seferinde beğeniyle baktığım arabanın arka camında “satılık” yazdığını ve kaldırımların , üstüne basmamaktan zevk aldığım, çizgileri olduğunu bugün fark ediyordum. Her şey ışığa maruz kaldığında ortaya çıkıyordu, doğruydu. Bundandı hayatımızın en büyük hatalarını bir başka hatadan sonra yapmamız. Çünkü biz hata yaptıktan sonra korkuyorduk bir diğerini yapacağımızdan ve korkulan şeyden korunmak adına verilen ilk tepkimizi veriyorduk dünyaya: gözlerimizi kapatıyorduk. Ben en çok bu zamanlarımda düştüm. Üstüme geliyor dediğim her şeyin sabit olduğunu ve benim gidip onlara çarptığımı ancak ışıkları yanık bıraktığım gün anladım.

 

Hayat dediğim o yaşama alanında her şey aynı yerde yetişiyordu oysa: hani o çok özendiğim ve herkesin hayran kaldığı bitkilerimle yabani otlarım. Kurumakla çürümek arasında birkaç yudumluk su vardı. Biz bazen bunu yapıyorduk işte. En sevdiklerimizin ölümleri yine bizim elimizden geliyordu. Çürütüyorduk. (Çünkü sevgili anneniz böyle öğretmişti size.) Elinizde kalan çok sevdiğiniz bitkilerin yeni tohumları atılıyordu toprağa. Tam da aynısı yeniden yetişiyordu. Oysa siz her seferinde bu bitki türünün son örneğini yetiştirdiğinizi sanıyordunuz, tıpkı aynı türü büyütmeye çalışan diğer yüzlercesi gibi. Bu defa daha bilinçlisinizdir artık. Çok fazla suyun bir bitkiyi çürüteceğini öğrenmişsinizdir. İçinizde dolup taşan her şey içinizde kalır. Sonuç olarak kuruyan bir bitki kalır geriye ve siz uzun zamandır içinizde biriktirdiklerinizi boşaltırsınız üstüne kuruyan yaprakların.

 

O gün, o aralık günü, bilinçsizce girip çıktığım sokaklardan birinde , renkli ışıklarla süslenmiş cam bir vitrinde yüzümün sağ yarısıyla karşılaştım. İnsanın kendi yüzüyle dört sene sonra karşılaşması. Hani bacağın kopsa görebilirdin ya da o çizmeyi bir türlü beceremediğin sol elini de, hatta biraz uğraşsan omuzlarının boynuna en yakın olan kısmını bile görebiliyordun ; ama insanın yüzünü görememesi garip hem de yüzü gözlerine en yakın yeriyken. Bu yüzden bazen bizi yansıtan ve tam olarak gösteren başka şeylere ihtiyaç duyuyorduk. Bizi anlayan insanlara tutunmamız bundandı belki de.O gün, o aralık günü, bilinçsizce girip çıktığım sokaklardan birinde, renkli ışıklarla süslenmiş cam bir vitrinde yüzümün dört senedir görmediğim yanıyla karşılaştım. En fazla kıpırtısızdı. Daha fazlası değil. Belki hayata hep bir adım önden koşturan aceleci ve heyecanlı yanımıza inat gibi dimdik ve duyarsız öteki yanımız gibiydi. Oysa ben dört senede ne çok çizgi eklemiştim hayalimden yüzüme ve ne çok yaralarla doluydu.

 

Görmeyi reddetiğimiz her gerçek beynimizin şekillendirmesine uğruyordu. Biz onları elektriklerin kesildiği bir anda mum ışığının önüne getirdiğimiz ellerimizle yaptığımız güvercinler gibi görüyorduk. Duvara yansıyan o güvercin ne gerçek bir güvercindi ne de onu yaratan ellerimiz o kadar büyüktü.

 

O gün, o aralık günü, bilinçsizce girip çıktığım sokaklardan birinde, renkli ışıklarla süslenmiş cam bir vitrinde yüzümün dört senedir görmediğim yanıyla karşılaştım. Aşık olduğum kadınlar gibiydi yüzümün sağ yanı: gülmemi engelleyen, ağladığımda ıslanmayan, şaştığım ve korktuğum anları bile hissedemeyen yüzümün sağ yarısı gibiydi. Bense en çok hissiz yanımdan gören gözümle çizmişim gideceğim yolları. Bundanmış saklanışım perdenin arkasına. İnsan kendini sevmeyi ne çok erteliyormuş.

 

Yüzün hissedemiyorsa ona dokun, dedi annem, elin hissedecektir.

 http://www.sinemsal.com/

Read Full Post »