Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Bir Ömre Sığmayan Vedalar’ Category

Bir ömre sığmayan vedalar

 

Zaman senden sonra da akmaya devam etti baba. Benliğimizin her hücresine yokluğunu soluksuz bırakan özlemini işleyerek akıp durdu. Kayıptın baba. Seni aradım karanlık zamanlar içinde. Kayıp olan sesini, gülüşünü, sıcaklığını aradım.

Zaman akmaya, güneş her gün doğmaya devam ediyor. Kayıpsın baba. Bugün de seni arıyorum. Bir veda istiyorum senden baba, yalnızca bir veda. Hani seni şöyle sımsıkı şöyle kucaklasam, sana sarılsam, öyle ayrılsaydık bu denli acımayacaktı yüreğim. Geri dönmeyeceğini bilsem de yolun aydınlık olsun diye. Ardından su döksem daha az üşütecekti, sensizliğin rüzgarı. Ayrılıklar vedasız olunca, acısı, her gün yeni baştan başlıyor. Hiç kabuk bağlamayan, kanayıp duran bir yara oluyor özlemim.

Onca mektup yazdım ardından. Onca şiir. Göndereceğim bir adres olmasa da. Ne çok zaman geçmiş gidişinin üzerinden babo. Ve ne kadar az babo. Ve ne kadar az. Vedasız ayrıldığımızı bilmeden yanımızdan gittiğin günde bir şeyler dondu kaldı sanki. Bir yanım hep seni beklesin diye o zaman da durdu, büyümedi. Gelmeni sana sarılmayı, kokunu duymayı bekler hala o yanım. Beni en son gördüğün o yerde.

Bir gün güzel yüzünü kareleyen fotoğrafı aldım elime. Dönüp gelirsin diye beklemez olduğumda ‘Babam kayıp’ dedim. ‘Gördünüz mü?’

Bir uçurum olsun istedim o zaman. Sesimin yankısı olsun diyebileceğim bir uçurum. Tüm sorularım yanıtsız kaldı. Çünkü her gün yeniden kayıp ettim seni. Promethe’nin ciğerleri gibi içimden bir şeylerin her gün yeniden koparılıp alındığını duydum. ‘Kayıp’ dedim. ‘Babam kayıp, gördünüz mü?’

Fotoğrafını kaldırdım. Bakıp görmeyen, duymayan o kadar çoktu ki? Bulamadım seni babo. Her gün yeniden kaybettiğim, gülen yüzünün nerde olduğunu, nerede donup kaldığını bilemediğim babam.

Her hafta aynı yere gidip seni ve sesine ses verecek birilerini aramaya devam ettim. Zaman aktı. Çok şeyler aldı. Ve çok şeyler bıraktı ardı sıra. Bugün demir kapı, beton duvarlar arasındayım baba. İçimin bir yanı seni bekliyor hala büyümedi hiç, hala çocuk. Diğer yanım kavgada. Şairin dediği gibi ‘Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…’ Bugün demir kapı beton duvar her yanım. Ve ben yine mektuplar yazıyorum sana. Okumayacağını bilsem de…

Gittiğinde seni ararken bir fotoğrafını taşırdım elimde. Soğuk sıcak demeden sımsıkı kucaklardım o fotoğrafını. Geçen gün gazetede gördüm o fotoğrafı, gülen güzel yüzünü. Küçük bir çocuğun elindeydi. Benim yıllar önce bıkmadan usanmadan durduğum yerdeydi o çocuk. Yağan yağmura aldırmadan minik parmaklarıyla kavramıştı seni, sımsıkı. ‘Kayıp’ diyordu. ‘Gördünüz mü?’

Bir uçurum olsun kendi sesinin yankısı olsun duysun istiyordu şimdi. O çocuk, gördüğüm o küçük, henüz dokunamadığım yeğenimdi baba. Torunun Gülbahar. Gözlerimi alıp benden, takılıp kaldım ona. Yüreğim kasıldı, kanadı, acıdı yeniden yeniden. Ona, senin fotoğrafını tutan ellerine baktım uzun uzun. Bırakıp gittiğin o yerde. Seni beklemek için hiç büyümeden duran çocuk yanımdı sanki. Sonrada bakmaya devam ettim. Bu defa büyüdü o çocuk. Kocaman oldu. Gözlerinde ben vardım. Titredim üşüdüm. Sen gittiğin zamanki gibi, tıpkı o günkü gibi üşüdüm. Henüz on bir yaşındaydım o vakitler.

Biliyorum, küçük Gülbahar da yani torunun da üşüyor şimdi baba. Elinde kayıp fotoğrafı taşıyan her çocuk gibi o da üşüyor. Yıllarca her hafta gidip durduğum yerde o var şimdi. Yeğenime bakıyorum baba, o benim çocukluğum, geçmişim. Beni ürküten benim de onun yarını olmam. Torunun seni arıyor baba.

Bir yazar ‘Özlem, sınırlarını meleklerin çizdiği bir gök kuşağıdır’ demiş. Veda etmeye ayrılanların özlemlerinin sınırlarını çizecek meleklerde yok babo. Ve hala kayıpsın.

Gittiğin günde sonrasını, neler yaşadığını her gün defalarca düşündüm, yeniden kurdum yeniden yaşadım seninle. Kimi vakit işkencede elini tuttum, kimi vakit gözlerine bağlanan bağı aralayıp bir avuç ışık içirdim gözlerine. Bir tek senin adresini bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz yerlere götürüp katlettiklerini düşünemedim. Bir tek buna dayanamadım. Her aklımdan geçecek gibi olduğunda sımsıkı sardım. Yüreğimde sakladım, vermedim onlara seni. Çığlık çığlığa ter içinde uyandım çok vakit. Bu düşü hep gördüm. Sonra bir mezarın olup olmadığını düşündüm. Her seferinde burada bıraktım düşünmeyi. En başa dönüp seni en son gördüğüm güne döndüm. 18 Mayıs 1994. Gelmeni beklemek için oturdum. Veda etmemişsen mutlaka gelirsin diye bekleyip durdum.

Kaybettiler seni gelmedin.

Bugün fotoğrafını taşıyamıyorum meydanlarda. Onu artık küçük Gülbahar taşıyor. O da veda etmeden ayrılan çocuklardan ve o da çocukluğuna erken elveda diyecek. Bitirecek çocukluğunu biliyorum.

Seni arıyoruz baba. Hala beni en son gördüğün yerde duruyorum. Aynı çocuğum. Ellerimle küçük yeğenimin ellerini tutuğumu hissediyorum. Rüzgar bile fısıltıyla esiyor buralarda hala.

Bir ömre çok vedalar sığdırılıyor baba. Uğurladıklarımızın hepsi ayrı bir özlem. Yüreğimizde en dayanılmaz ayrılığı senle yaşadım ben. Vedalaşamadık seninle baba. Veda edemeyince, kaybolunca babalar hep geri döner diye bekliyor çocuklar.

Kayıplar senden sonra da devam etti. Baba bugün benim gibi, torunun gibi kayıplarını arayanlar o kadar çokki. Çiçek koyacak bir mezarı olmayanlar. Her gün yeniden yeniden yaraları kanayanlar. Kayıpsın baba. Ve ben adressiz mektuplar yazıyorum hala.

Kavgadayım ‘Kayıplar’ olmasın diye. Ve seni bekliyorum baba. Küçük Gülbahar ile birlikte. Elimizde senin fotoğrafın…

‘Babam Kayıp’, ‘Kayıp’ diyorlar, gördünüz mü?

Kasım Alpsoy

1994 Mayıs’ında Adana’daki evinden gözaltına alındı. Ertesi gün kızkardeşinin kocasıyla karakoldan kimliğini almaya gitti. Kardeşinin eşi içeride olduğunu bildiği halde ‘yok’ dediler. Bir daha kendisinden haber alınamadı. Mersin’de bir mezarda olduğu üzerine tanık ifadesi varken yakınlarına mezarı açtırmaları için izin verilmedi.


GÜLBAHAR ALPSOY
Gebze H. Tipi Kapalı Cezaevi

 

(BU, BİR DEVLETİN KENDİSİYLE HESAPLAŞMASI GEREKEN EN AŞAĞILIK GÖRÜNÜMÜDÜR.)

 

Read Full Post »