Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Kasım 2010

Kozmos…

kuvvetle muhtemel, kahvedeki köylülerden biri, kosmos’a ne iş yaptığını sorar. kosmos da ‘ben hiçbir iş yapmam ki! hiçbir şey için özel olarak emek harcamam. emek harcamak, beklenti içine girmek demektir. doğadan, insanlardan, hayattan herhangi bir şey beklemek ise hem çok tehlikelidir, hem de neresinden baksan haksızlıktır. o yüzden beklentilerimi sıfıra indirebilmek için, emeğimi de sıfıra indirmeye gayret ederim. yeri gelir, çalar çırparım, şuncacık umrum olmaz. ama aslında size, insanlığa iyilik etmiş olurum. çünkü sizden hiçbir şey beklemem… herhangi bir insan evladı ile ilişkiye geçtiğim zaman, beklentiymiş, çıkarmış… ruhumda böyle şeyler asla bulamazsınız,’ der.

Read Full Post »

“needleman, kızım ve benle beraber milano’da opera izlerken locadan aşağıya biraz fazla eğildi ve orkestra çukuruna düştü. bir kaza olduğunu kabullenemeyecek kadar gururlu olan needleman, bir ay boyunca aynı operaya gitti ve her gece kendini çukura attı. kısa bir süre sonra beyin sarsıntısı geçirdi. derdini anlattığını ve artık kendini atmaktan vazgeçebileceğini söyledim. ‘hayır,’ dedi, ‘birkaç kez daha yapayım. bir şikayetim yok zaten.'”

Read Full Post »

by…

“You learn to speak by speaking, to study by studying, to run by running, to work by working; in just the same way, you learn to love by loving.”

Anatole France—
just the same way
listen by listening,,,
hate by hating,,,
suffer by suffering,,,
dream by dreaming,,,
forgive by forgiving,,,
etc by etc,,,

Read Full Post »

“Benim büyülü silahlarım müzik, ay ışığı ve düşlerdir. Ne var ki müzik denince sadece çalınan değil, sonsuza dek çalınmadan kalacak müzik de anlaşılmalıdır. Ay ışığı derken, sadece aydan gelen ve ağaçların gölgelerini uzatan ışıktan söz ettiğim sanılmamalıdır; güneşin dışlamadığı ve nesnelerin aldatıcı görünümlerini güpegündüz karartan başka bir ay ışığı da vardır. Her zaman kendisi olarak kalan tek şey düşlerdir. Onlar bizim, içine doğduğumuz, her zaman doğal ve kendimiz kaldığımız parçalarımızdır .”s.23-24

“Bu dünyaya ilişkin, bayan, üç değişik teori vardır – her şeyin Raslantı eseri olduğu, her şeyin Tanrı eseri olduğu, her şeyin düzenlenmiş ya da birbiriyle kesişen bir çok şeyin eseri olduğu. Genellikle, duyarlılığımızla uyum içinde düşünürüz, böylece bizim için her şey bir iyilik ve bir kötülük sorunu haline gelir; uzun zamandır, bu yorum nedeniyle ben, şahsen büyük iftiralara uğruyorum. Şeyler arasındaki ilişkilerin -şeylerin ve ilişkilerin var olduğunu kabul edersek- bir tanrının ya da bir şeytanın veya her ikisinin birden açıklayamayacağı kadar karmaşık olduğu, sanırım kimsenin aklına gelmedi hiç.” s.31

(deleuzedan da biraz araklayarak gevezelik edeyim, yasaya geçerliliğini veren şeyin “en iyi” olduğu yönündeki platonik ide kanttan beri alnından mıhlanmıştır, ben de hukukta, hukuk sosyolojisinde bunu okudum, hukuk felsefesi hukukun adilliğiyle ilgilenirken (ki tüm felsefe problemleri kadar tartışmaya açıktır), hukuk sosyolojisi hukukun geçerliliğiyle ilgilenir, hukukun geçerliliğini belirleyen şey ise yasanın meşru organlarca çıkarılmış olmasıdır, yani yasanın kendisidir, hukuk da soyutlamalara bayılır, mesela belirli bir tarihsel anda belirli bir toplumun oylarının çoğunluğunu almış temsili demokrasiyi icra eden bir meclis demez de, kanun koyucu der, bir tür mistifiye etmek diyebiliriz,,,

Read Full Post »

We…

Read Full Post »

Faces…

face book
book of faces
losing face
facing off
facedown
options
settings
blocked faces
fan pages
pages of fans
lists of friends
no one talking
about anything real

social networking?

(barışın dediği gibi, her şey bir tür kodlama oyununa dönüşmüş olabilir, psikiyatristimin dediği gibi, egoya besin sağlamak, beğenilmek, takdir edilmek, ilgi çekmek, başarılı görünmek, tüm bunlar da aksak yan, dışarıya olan bağımlılık, seni zirveye taşıyacak bir bakış, seni çukurun dibine de gömebilir, belki de sufizmin bin yıl öncesinden gelen sesini dinlemek gerek, özünle ilgilen, kainatı dolaşırsın, özsaygı, özsevgi, özamaçlılık,,,

yine feelozoftan gelsin; bulutları okumadan, kapitali okursan çuvallarsın,,,

Read Full Post »

Mekânsal-zamansal belirlenimlere kavramsal belirlenimleri çakıştıran bu iki büyük işlem -bu çakıştırma, bunların farklı türden oldukları, başkalıkları bir defa söylediğinde ne kadar zor olursa olsun- bunların her ikisi de sentez işlemleridir. Çok basit nedenlerden dolayı sentetiktirler, çünkü, gördüğümüz gibi, bir taraftan mekansal-zamansal belirlenimler, öte taraftan kavramsal belirlenimler yani mekân-zaman ile kavram ayrı türdendirler, bu yüzden de onları çakıştırma işi farklı türden şeyler arasındaki bir sentezden, bir birleştirmeden başka bir şey olamazdı. Bu iki sentetik işlemin bir adı da var. Bu işlemlerin her ikisi arasında ortak olan bir şey de var: Bu iki işlem hayal gücünün eylemleridir. Elbette hayal gücü demek, hayal etmek demek bu noktadan itibaren artık kendine fikirler edinme ya da herhangi bir şeyi hayal etmek değildir, çünkü Kant hayal etme eylemine temelli bambaşka bir anlam kazandırıyor, buna göre mekânsal-zamansal belirlenimleri kavramsal belirlenimlerle çakıştırma eylemleridir. Bana buna neden “hayal gücü”, hayal etme dediğini soracaksınız. Anlamalısınız ki, Kant daha şimdiden hayal gücünü kendinden önceki felsefelere göre çok daha derin bir seviyede yakalamış bulunuyor: Hayal gücü, artık imajlar üreten bir yeti değildir, bir kavrama uygun bir mekân ve bir zaman belirleyen bir yetidir. Ama bu kavramdan türemez çünkü o mekân ile zamanın belirlenmesinden farklı bir doğadadır. Bu gerçekten de yeniden-üreten hayal gücüne karşıt olarak üretken, yaratıcı hayal gücüdür.

Dostum Pierre’i hayal ediyorum dediğimde bu yeniden-üreten bir hayal gücüdür; onu hayal etmekten başka bir şey de pekâlâ yapabilirdim, -ona günaydın diyebilirdim, evine ziyarete de gidebilirdim, onu hatırlayabilirdim- bunlar onu hayal etmekle aynı şey değil. Dostum Pierre’i hayal etmem yeniden-üreten bir hayal gücüdür. Buna karşın, bu kavrama uygun bir şekilde bir mekân ile zamanı belirlemek -ama öyle bir şekilde ki bu belirleme kavramın kendisinden türetilebiliyor olmasın-, yani bir kavramla bir mekân ve zamanı çakıştırmak… İşte bu üretici, üretken hâyâl gücünün işidir. Düşünün, bir matematikçi ya da geometrici ne yapar? Ya da başka bir yoldan, bir sanatçı ne yapar? Onlar mekân-zaman üretir.

Gilles Deleuze – Kant Üzerine Dört Ders
Öteki Yayınevi, 2.Baskı (Çv.Ulus Baker)

Read Full Post »

İnsan açık kapılardan iyi geçmek isterse eğer, bu kapıların çerçevelerinin sağlam olmasına dikkat etmek zorundadır: Yaşlı profesörün yaşamına hep rehber edinmiş olduğu bu temel ilke, sadece gerçeklik duygusunun bir gereğidir. Ama eğer gerçeklik duygusu diye bir şey varsa -ki böyle bir duygunun varolma gerekçesinden kimse kuşku duymayacaktır-, o zaman olasılık duygusu diye adlandırılabilecek bir şeyin de varolması gerekir.

Bu duyguya sahip olan örneğin şöyle demez: Burada şu veya bu oldu, olacak, olmak zorunda; fakat buluşculuğunu konuşturur: Burada olabilir, olmalıdır, olmak zorundadır; ve ona herhangi bir şeyin nasıl olduğu açıklandığında, o zaman şöyle düşünür:

Evet ama, bu herhalde başka türlü de olabilirdi. Bu yüzden olasılık duygusu, olabilecek başka her şeyi de düşünme ve olanı olmayandan daha çok önemsememe yeteneği diye tanımlanabilir. Görüldüğü gibi, bu türden yaratıcı bir yetinin sonuçları dikkate değer olabilir ve ne yazık ki, bu sonuçların insanların hayranlık duydukları şeylerin yanlış, yasakladıklarının ise yapılabilir olduğunu veya ikisinin de bir önem taşımadığını göstermesi ender değildir. Böyle olasılık insanları, hep söylendiği gibi, daha ince bir dokuda, sislerden, hayallerden, rüyalardan ve isteme kiplerinden örülü bir dokuda yaşarlar; bu eğilimde olan çocuklar eğilimlerinden ısrarla uzaklaştırılır ve onların önünde bu türlü insanlar hayalperest, uyanıkken rüya gören, zayıf, çokbilmiş veya her şeye itiraz edenler diye nitelendirilir.

Övülmek istendiklerinde, bu kaçıkların idealistler diye adlandırıldıkları da olur, ama görünüşe bakılırsa bütün bunlarla sadece onların gerçekliği kavrayamayan ya da ondan yakınarak kaçan, yani gerçeklik duygusunun olmayışının hakikaten bir eksiklik niteliğini taşıdığı zayıf tutumları dile getirilir. Oysa olasılık yalnızca sinirleri zayıf kişilerin düşlerini değil, fakat Tanrının henüz uyanmamış düşlerini kapsar. Olası bir yaşantı veya olası bir hakikat, eşittir gerçek yaşantı ve hakikat eksi onun ‘gerçeklik değer’i demek olmayıp,-en azından yandaşlarının düşüncesine göre,- içinde çok tanrısal bir yan, bir ateş, bir kanatlanma, bir inşa iradesi ve gerçeklikten ürkmeyen, ama gerçekliği bir görev ve yerine getirilecek bir buluş olarak da ele alan, bilinçli bir ütopizmi de içerir. Sonuçta yeryüzü hiç de yaşlı değildir ve görüldüğü kadarıyla barındırdığı koşullar hiçbir zaman bu denli elverişli olmamıştır. Şimdi, gerçeklik duygusunun insanları ile olasılık duygusunun insanları arasında bir ayrım yapılmak istendiğinde, yalnızca belli bir miktar parayı düşünmek yeterlidir. Örneğin bin markın olasılıklar bağlamında içerdiği her şey, insan bu paraya sahip olsun ya da olmasın o bin markın içindedir; bu paranın Bay Ben’in veya Bay Sen’in elinde bulunması olgusu, bir güle ya da bir kadına fazladan ne getirirse, o paraya da o kadar getirir. Fakat, derler gerçeklik duygusu insanları, bir kaçık bu parayı çorabına saklarken becerikli biri onunla bir şeyler yapar; bir kadının güzelliği bile, o kadına sahip olana göre, yadsınamaz bir biçimde bir şeyler kazanır veya yitirir. Olasılıkları uyandıran, gerçekliktir ve bunu yadsımaktan daha ters bir şey düşünülemez. Buna karşın toplam veya ortalama olarak, yinelenen olasılıklar hep aynı kalacaktır, ta ki gerçek bir şeyi düşünülenden daha çok önemsemeyen bir insan ortaya çıkana kadar. Yeni olasılıklara anlamını kazandıran ve onların yolunu çizen, bu insandır ve o olasılıkları yine bu insan uyandırır.

Ancak böyle bir adam açık ve seçik bir önerme olmaktan çok uzaktır. Düşünceleri, tembel bir beynin saçmalıkları olmamak koşuluyla, henüz doğmamış gerçekliklerden başkaca bir şey olmadığından, elbet onun da gerçeklik duygusu vardır; ama böylesi, olası gerçekliğe ilişkin bir duygudur ve insanların çoğunun kendi gerçekliklerine uygun düşen duygularında çok daha ağır bir tempoyla hedefe varır. Bu insan ormanı, ötekiler ise ağaçları ister; ve ağaçlar şu kadar metreyle belirlenmiş nitelik anlamına gelirken, orman çok  anlatılabilen bir şeydir. Veya durum başka türlü daha iyi dile getirilebilir; sıradan gerçeklik duygusuna sahip olan adam iğneye atlayan ve oltanın ipini görmeyen bir balığa benzerken, olasılık duygusu diye de adlandırılabilecek gerçeklik duygusuna sahip adam, ucunda bir yem bulunup bulunmadığından habersiz, oltanın ipini su boyunca çekip götüren kişidir. Bu kişide, yemi ısıran yaşam karşısındaki olağanüstü umursamazlığın öteki ucunda bütünüyle uçuk işler yapabilme tehlikesi yer alır. Pratik olmaktan uzak bir adam – yalnızca öyle görünmez, gerçekten de öyledir-, insanlarla olan ilişkilerde güvenilmez ve ne yapacağı önceden kestirilemez olarak kalır. O, kendisi için başkaları için olduğundan daha farklı anlamlar taşıyan eylemlerde bulunacaktır, ama olağanüstü bir düşüncenin kalıbında özetlenebildiği sürece her konuda yatışabilecektir. Ve ayrıca tutarlı olmaktan henüz çok uzaktır. Örneğin bir başkasının zarar görmesine neden olan bir suçun ona sorumluluğun suçluya değil, fakat toplumun düzenine ait olduğu kusurlu bir edim diye gözükmesi rahatlıkla olasıdır. Buna karşılık tartışmalı olan nokta, kendi hedef olduğu bir tokadın ona toplumun bir ayıbı gibi ya da en azından bir köpeğin ısırması kadar kişisel olmaktan uzak gelip gelmeyeceğidir; böyle bir durumda herhalde önce tokada karşılık verecek ve ondan sonra bunu yapmaması gerektiği düşüncesine sahip olacaktır. Bundan da öte, bir sevdiği elinden alındığında, halihazırda bu olayın gerçekliğine bütünüyle sırt çevirecek ve zararını şaşırtıcı, yeni bir duyguyla giderebilecek durumda da değildir. Bu gelişme şimdilik oluşum evresindedir ve insan teki için hem bir zaaf, hem de bir güç anlamını taşımaktadır.

Ve niteliklere sahip olma, o niteliklerin gerçekliğinden belli ölçüde mutluluk duymayı koşul kıldığından, bu durum kendi kendisine karşıda gerçeklik duygusu sergileyemeyen birinin, günün birinde yine kendi kendisine ansızın nasıl niteliksiz bir adam olarak görünebileceğini kuşbakışı görebilmeyi olanaklı kılmaktadır.

Read Full Post »

bir dizi vardı hani 
aynı bölümü onlarca kez göstermişlerdi de kimse bir şey anlamamıştı
__________________________________
bir din vardı hani
inanmayanlar doğmaya başlayınca herkes dindar olmuştu
___________________________________
bir sızı vardı hani
ben çok acıyor dedikçe o benim canımı daha çok yakmıştı
___________________________________
bir gizi vardı hani
sadece ben biliyordum da o daha söylerken unutmuştu 
___________________________________
bir yazı vardı hani
o ben de okudum derken benim güneşinden bahsettiğim
___________________________________
bir tanı vardı hani 
yazması da yaşaması kadar hastalıktı
___________________________________
bu bir saçmalıktı
beni bir’ledi
seni bir’ledi
onu mimledi 
-silindi

Read Full Post »

If then…

Read Full Post »

Older Posts »