Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Aklın Ermediği – Ahmet Önel’ Category

AKLIN ERMEDİĞİ

 

Çarşıya çıktım. Ayaklarımda nasıl bir hafiflik! Alışveriş yapıp döneceğim ama adı konmamış bir rüzgarın beni nereye kaldırıp koyacağını henüz bilmiyorum. Alışverişin ön duygusudur bu. Kimi zaman hayatın alıp sattığı siz olursunuz ve bu baş döndürücü el değiştirme sırasında bir başka pazara ait olduğunuzu neden sonra anlarsınız. Bunu bildiğim için sıklıkla çarşıya çıkmam. Cebimde üç beş kuruşum varsa avuç içlerim terleyene kadar sıkı sıkıya yapışırım onlara; olsun, kendimi pazarın acımasız kurallarına karşı korumaya almış olurum hiç değilse. Yapacağım ilk alışverişle varlık tarifimin değişeceğini de bilirim, bunu başkalarının bilmediğini düşünecek kadar ayrıksıyımdır üstelik. Eh, bu da bir bakış biçimi, hoş bir aldanış ya da aklın ermediği bir hal işte. Yabanlığım, acemiliğim, çarşıyı yadırgayışım da bu yüzden.

Çarşıya çıktım; evet, sonunda yaptım bunu. Bütün bir riski, koca bir savaşı, dahası peşin bir yenilgiyi baştan göze aldım ve sanki çok sıradan, her gün yapılan bir şeymiş gibi cüretle ileriye doğru atıldım. Piyasa hareketleri, pahalılık, insanları biraz da tava getirmek için hazırlanan ödeme kolaylıkları bu öykünün malzemesi değil; belki de bütün bunlardan en çok etkilenen, en fazla rahatsızlık duyan biri olarak şu sıraladıklarımı konu bile etmeyeceğim. Aklın erdiği şeylerde gezinen biri olmaktan yana değilim kısacası! Çarşıya çıktığım takdirde almak zorunda kalacaklarımla yaşayacağım kıyasıya hesaplaşma duygusunu daha ilk adımlarımı atarken yadırgıyorum. Bir öncesi, yani her şeyin olması gerektiği gibi olması hali düşlerimde kalan bir sıradanlık belki de. Ben çarşıya çıktığımda, evime çarşıya çıkamadığım halin sonuçlarını yüklenip dönmek isterim. Zordur söylemiştim; ama hayat da böyle bir şey değil midir aslında? Yolda karşılaştığınızda hatırını sorduğunuz birinin vereceği yanıtı can kulağıyla dinlemekten yana mısınızdır örneğin? Parkta gezinirken selamlaştığınız, dahası ayak üstü iyi dileklerle donattığınız bir tanıdığın iyilik ve hoşluklara boğulması canınızı sıkmaz mı sahiden? Hayatın tuhaflıklarıdır bütün bunlar. Sevmek düşüncesini yüklenip yola çıkar, ne ki sonuçta hüsranla geri dönersiniz. Hadi biraz daha abartalım, hayatın dikenli yolları sevimli bir oyunun da habercisidir işin başında; eşikleri aşıp basamakları bir bir tırmandıkça daha güzel, daha yaşanır bir dünyaya ulaşmakta olduğunuz masalı bir türlü bırakmaz yakanızı, ne ki geride bırakılan her bir basamak yalnızca Dante’ye yol arkadaşı çıkaracaktır sizi. Ayrıca cehennem başkaları bile değil, bizatihi kendi hayatınızdır bal gibi. Yedi kat dibe inmeyi bir hoşluk, hele hele bir marifet sanmanın kazancı, tevekkül sahibi olmakla sınırlıdır yalnızca. Ne zenginlik ama! Sonunda, hayat umduklarınızla bulduklarınız arasında sonsuz bir salınım başlatmıştır. Yanlış bir salıncağa kurulduğunuzu fark ettiğinizdeyse iş işten çoktan geçmiştir! Üstelik bu manasız gelgiti durduracak bir güçten de yoksunsunuzdur. Hayat, aklın erdiğiyle ermediğinin hoş bir yarışıdır. Bu yarışta kimse birinci gelmez; asıl beklenti kazanmak da değil, yalnızca dürüst bir yarışa katılmaktır ama, yaşanan zaman dilimi ahlakın erdem olduğu bir zaman dilimi değildir ki! Güzel oyunların iyi niyetlerle başlayıp intikam çığlıklarıyla sonuçlandığı bir arenadayız; aslanları salan da biziz, onlara yem olanlar da. Neyi niçin yaptığımızı, yaparken ne amaç güttüğümüzü çoktan unuttuk, yalnızca itekliyor ve itiliyoruz. Duranın düşüp ezileceği gün gibi aşikar! Durmadan deviniyoruz, bir an için olsun durup düşünmeden yapıyoruz bunu ve kurallarının kabulü asla mümkün olmayacak bu oyuna daha işin başında oyuncu yazılıyoruz.

Read Full Post »