Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Nihilist – Hikmet Temel Akarsu’ Category

“BİR ROCK’N ROLL ÖYKÜSÜ”


Ölgün sonyaz güneşi denize vuruyor. Mavi dünya ışıl ışıl. Parıltılar dans ediyor suyun yüzünde. Sıradan birinin sevinç duyacağı bir görüntü. Ama bir parça derinliği olan hiç kimse bu sahte peyzaja kanamıyor. Her şey bir Lynch filmi kadar kuşku verici, tedirgin edici. Günlerce süren lodos, ardı sıra gelen yağmur ve sonrasında güneş. Her yer tuzlu sularla yıkanmış. İğfal edilmiş bir genç kız kadar kirli gözüküyor sahiller. Pet şişeler, kola kutuları, naylon poşetler, denizin dibinden kopup gelmiş yosunlar, kırık tahta parçaları, soyulmuş meyve kabukları, ıslanmış gazeteler, sigara izmaritleri, plastik çay bardakları, melamin tabaklar, ambalaj artıkları, martı leşleri ve ıslak ekmekler vurmuş sahile. Eski bir dosta ait, “Deniz kendine ait olmayan her şeyi dışarı atar,” tümcesini anımsıyorum. Bu iyi yürekli tümceyle idare edemeyecek kadar beter bir haldeyim. Ben sadece ve sadece insanların kötülüklerini görüyorum sahile vurmuş lodos atıklarında. Hiçbir sorumluluk ve iyi niyet taşımayan bir canlı türünün tahripkar aymazlıklarının koca bir resmi gibi gözüküyor sahil. Yine de bu sosyal düşüncelerle uğraşamayacak kadar yılgın durumdayım. Yadsımış, dışına çıkmış, görmek istemeyen halimle kinik bir yabancılaşma figürü gibiyim.

Sabahın biraz sonrası. İş güç sahibi insancıklar yeni bir günün boğuşmalarına girmek için tırnaklarını ve dişlerini sivriltiyorlar. Okulların başlama saatinin dinginlik getirmesi olanaksız. Uzaktan kentin homurtularını ve trafiğe çıkmış milyonlarca aracın dirimsel ihtiraslarını, canhıraş çığlıklarını, mütecaviz atraksiyonlarını duyuyorum, duyumsuyorum. Kentin en güzel sahili ıssız. Neredeyse bomboş. Her biri yaşamdan nema koparmaya programlanmış milyonlarca zavallı, gırtlaklaşmak için piyasaya çıkıyor her sabah olduğu gibi. Bir kuytuda sorsan, hepsi senden benden daha ermiş, daha aşmış, daha çelebi. Şu işi de devirsin çekip gidecek buralardan. Münzevi hayatına geçip yaşam düşünü gerçekleştirecek. Ama insanların hepsi alçak olduğu için onun bunları yapmasına izin vermiyorlar. O yüzden bir türlü kopup gidemiyor. Erteliyor devamlı gerçek hayatını. Bu hayat onun gerçek hayatı olamaz. Bu üzerine yapışmış bir pislik. Gerçek hayatını bir gün mutlaka yaşayacak… Zaten bu çektikleri de hep bunun için…

Bu palavralar artık ruhuma dokunamıyor. Çirkef bir rüzgar gibi kırbaç olup yüzüme iniyor, birazcık acıtıp, gözümü yaşartıp geçip gidiyor. Artık bu sefillikleri dinleyemeyecek, bu ikiyüzlülüklere prim veremeyecek kadar sekterim. Yürüyüp giden bu toplum düzeninin, tamamı sahtekarlıklardan oluşmuş klişelerine karşı çıkamıyorum, bir ucundan iştirak de edemiyorum, ediyormuş gibi yapıp hayatımı idame de ettiremiyorum, ne yapacağımı da bilemiyorum. Ama ne istemediğimi biliyorum! En azından, böyle bir hayatı istemediğimi biliyorum.

O yüzden apokaliptik bir şarkının lirikleri kadar yalnızım. Sonu gözükmeyen bir çavdar tarlasına dikilmiş bir korkuluk kadar hissiz, amacına yabancılaşmış ve terkedilmişim. Bir “autheur” yönetmenin başyapıtındaki suskunluk sekansları gibiyim. Görünüşüm her şeyi anlatıyor. Bu ülkenin en çok değer verdiği diplomayı yaktım onlar gibi olmamak adına. Onları kendi yarışlarında baş başa bıraktım ilk dönemeç dönülmeden. Oyun buysa, ben yokum dedim erkenden. Hayatta el attığım hiçbir işte başarılı olamadım. Aslında kolaylıkla olabilirdim. Ama başarı için gerekli alçaklıkları yapmayı hiçbir zaman kendime yediremedim. İnsanların üzerine basa basa yükselmektense, en altta kalmayı ve üzerime basılmasını daha katlanılır buldum. O yüzden severek, sevinerek mağlup oldum. Bu mağlubiyetlerden gurur duydum.

Fakat bir ayrıntıyı düşünmeyi ihmal etmişim. O yüzden çok acı çektim. Bir zamanlar sevgiyle, tutkuyla bağlandığım tüm kadınlarım ucuz fiyata kapatıldı sistem tarafından. Saflık işte!… Mağlubiyetin böyle bir bedeli olacağını tahmin edememiştim.

Terk edilmek ve yalnızlaşmak… Ne tuhaf?! Ve ne yaralayıcı! Nasıl olup da düşünememiştim?! Tüm sevdiğim kadınlar; istisnasız her biri, küçük, sefil düşleri doğrultusunda uygun fiyatlara satın alındılar sistem tarafından. Her biri kendi düşlerinin büyüklüğüyle ters orantılı fiyatlara gitti. Güzel bir araba, merkezde bir ev, yurtdışı sevdası, içyüzü palavradan ibaret bir kariyer, güzel yalan söyleyen iki yüzlü genç adamlar, gelecek güvencesi, vesaire, vesaire, vesaire… Bir tanesinin bile gözü ıslanmadı beni satışa getirirken. Bir tanesi bile durup bir an tereddüt etmedi.

Sorabilirsiniz: Ne yapsalardı yani? Seninle kalıp ziyan mı olsalardı? Bir bakış açısına göre haklısınız! Ama bir başkasına göre… Her neyse; tüm bunları düşünmenin ne anlamı var bu saatten sonra? Bir kadının gerçekten derinliği olan bir erkeği anlaması mümkün müdür ki? Yanıt sade ve net! Değildir! Sadece bunu oynayan bazı kurnaz kadınlar vardır. Bir gün, orta sınıfın hesapçı bir kadını sana yazıldıysa, sakın aşk masallarına kanma genç adam! O gün kendine kuşkuyla bak! “Acaba ben neyi becerdim? Hangi alçaklıkta başarılı oldum? Hangi iktidara kondum?” diye sor kendine! Hiç değilse bu dürüstlüğü göstermeli bir erkek! Herkesten insan olmasını bekleyemeyiz ama bu kadarını bekleyebiliriz!

Peki ben kendimden neyi beklemekteyim?

Nice yitmiş hayallerin hasadındayım. Tutkularımın, düşlerimin, arzularımın, dileklerimin her birini tırpanla değil, biçerdöverle kesip öğüttü sistem. Bir tek başağım kalmadı buğday tanesiyle dolu ve ayakta. Her bir ürünüm değirmen taşlarında un ufak edilip bir kent vandalının dişlerinin arasına gitti. Çiğnendi ve yutuldu. Salak soytarılar, içten pazarlıklı asalaklar, kibirli cahiller, tescilli ahmaklar, fahişe ruhlu esnaflar, kara yürekli egoistler yanı başımda ödüller aldılar ömür boyu. Ne kadar iyi yalan söyledilerse, ne kadar iyi oynadılarsa, ne kadar alçaldılarsa o kadar çok kazandılar.

Bunlara kızamadım. Çünkü duyduğum tepkilerden dolayı bilmeden bilgelerin yollarına girdim. Bu sefilliklere öfkeyle yaklaşamayacak kadar çok okudum, öğrendim, düşündüm, yazdım. Kafam taşınması olanaksız bir yük gibi oturdu omuzlarımın üzerine. Her adımımda ağırlığını hissettim. Her adımda daha da ağırlaştığını hissettim. İnsan ruhundaki karmaşanın, karanlık dehlizlerinde yol aldım günler, geceler boyu. Her şeyi gördüm. Bir o kadar daha başka bir “her şey” kaldı ileride. Ama çokça öğrendim. İnsan olmanın ne manaya geldiğini öğrendim. Öğrendikçe de henüz hiçbir şey öğrenemediğimi öğrendim. Öğrendiklerimden sevindim mi? Hayır. Sevinemedim. Aksine üzüldüm. Bildiklerimi de unutmak istedim. Çünkü onlar o kadar ağır şeylerdiler ki omuzlarımın üzerinde büyümüş, büyümüş devasa bir hale gelmiş bu kütleyi, yani beynimi taşıyamaz oldum. Öğrendiklerimin hepsini unutmak ve kurtulmak istedim. Bunu gerçek kurtuluş olarak gördüm. Hiçleşmeyi denedim. Öğrendiklerimi unutursam düşünemeyeceğimi, düşünemeyince varolmayacağımı, varolmayınca da acı çekmeyeceğimi düşündüm. Hiçleşerek bu taşınmaz yüklerden, düşünsel acılardan kurtulmayı can-ı gönülden istedim. Canla başla denedim. Hafiflemek ve bir çoban kadar mutlu olabilmek istedim. Naif olmayı düşledim. Aylar, mevsimler, yıllar boyunca bunun peşinden gittim.

Başarabildim mi? Unutabildim mi?

Asla!

Çünkü gördüm; bir kere öğrenilenler, öğrenildikten sonra birer günah gibi, yakamızı bırakmazlar sonsuza kadar. O yüzden bilgiden soğudum. Ve kendimi kendimden soyunmak istedim. Bunu denedim. Pek çok kez denedim. Her birinde bir başka kendim tarafından reddedildim. Terslendim. Tahkir edildim. Sonuçta kabullendim. Unutamama yaralarıyla malul bir bilgelik kurbanı olarak mağdur, mahcur ve mahzun ortalarda gezindim durdum.

Eninde sonunda yaptığım nedir? Başardığım nedir? Nasıl söylemiştim ilk başta: Sonu gözükmeyen bir çavdar tarlasına dikilmiş bir korkuluk kadar hissiz, amacına yabancılaşmış ve terkedilmişim. Tıpkı bir erkeğin, fallusunun taleplerinin önüne geçemediği gibi yaradılıştan sakatım. İnsan olmaktan dolayı bazı kötü huylarım var. Bazı kötü şeyleri yapmanın önüne geçemiyorum; düşünmek gibi. Bu yüzden, tüm bir yaşamımın tercihlerinden dolayı kurulan mahkemelerde en ağır cezalara çarptırılmayı hak ettim! Verilecek cezayı büyük bir kabullenmişlik ve içtenlikle çekmeye hazırım.

Fakat tüm bu serüven içerisinde sadece tek bir sorunun yanıtını kendime veremedim:

Ben tüm bunları neden yaptım?

Bir nihilist neden yazar ki?

 

 

Hikmet Temel Akarsu

 

Read Full Post »