Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘You Have To’ Category

Welcome to Fight Club!

You have to fight!

ben bir dinozorum,,, dinozor kadar beynim var,,, ve dünya bir yokoluşa sürüklenirken,,, bir dinozorum dedim ya,,, yokoldular,,, yok olma kaygısı taşımam doğal,,,

bu ara nüfus istatistatiklerine göz atıyorum,,, dar alanda,,, türkiyeyi inceliyorum,,, geçmiş nüfus sayımları, hatta ermeni kıyımı bile nüfus sayımlarında açıkça görünüyor,,,

istatististik bi ton sayıdır,,, tablo olarak bakarsanız sıkıcıdır,,, ama o sayılar pek çok hikaye anlatır,,, konuyu biraz renklendirmek için türkiyede en çok kullanılan kadın ve erkek isimlerine baktım,,,

1950 yılından 1992’ye kadar en çok kullanılan kadın ismi Fatma,,, 1950’den 1989’a kadar ikinci kullanılan isim Ayşe,,, Fatma anamızdı,,, ve Ayşe Muhammed’e aşıktı,,,

Son 11 yılda ise bir yıl hariç Zeynep ismi tek geçilmiş,,, bu süre içinde Elif ismi de ekürisi olmuş, o eksik yılda eküri göğüslemiş ipi,,,

son 60 yılda en çok kullanılan 100 kadın ismi için 291 isim kullanılmış,,, burasını barışı deli etmek için yazayım,,, zeynep 289. sırada,,, 17×17,,, anılı erkek lis(t)esine yollamışlar, alfabetik sıralamada 17’de. (kolejdeyken iki tane anıl diye kız arkadaşım olduğu için kız ismi olduğunu zannediyordum, uniseks bir isimmiş,,, tabloda N sütunu 17. sütun 1989’u gösteriyor (bulmaca çözmüyorum ben, belki de bulmaca yaratıyorum, o materyalist beynine allerji yapıyor değil mi, bana da allerji yapan çok şey var merak etme, şarap gibi düşün, kiminde sohbet, kimini bozar))

1950 yılındaki ilk 5 erkek ismi; Mehmet, Mustafa, Ahmet, Ali ve Hüseyin,,,

Mehmet ismi 2002’ye kadar en çok kullanılan isim, 2010’da 3. sırada,,, 2006 yılında Arda ismi 1. olmuş,,, Futbolun gücü,,, akabinde 3 yıl 2. isim olmuş,,, 2010’da 5. sırada,,,

Ve gelelim sürprize,,, bir yanı modernleşirken light müslümanlığının rengi de belirginleşen Türkiye’ye bakalım,,,

2003’ten 2010’a kadar, Arda’nın attığı golü saymazsak en çok verilen erkek ismi Yusuf,,, hem Peygamberinin, hem kurucu liderinin adının aynı olması Mustafa ismini 2010’a 2. sırada yazmış,,,

Muhammed ismi 1986 yılına kadar ilk 100’e girememiş, bu bana makûl de görünüyor,,, o ismin kendinde kutsallığıyla ilgili bir algıyı gösteriyor olmalı,,, 1986 yılında sıralamaya 91. sıradan giren Muhammed, son altı yıldır ilk onda,,, 2010’da 7. sırada,,,

sosyolojiye devam; 80 darbesiyle beraber listeye giren isimler var; umut, özgür, barış ve deniz,,, birinci ligde olmasalar da küme düşmemişler seksenlerden sonra,,, on yıllık koyu faşizmini yaşayan türkiyeyi en güzel anlatan isim ise, 80-90 arası ilk on isim arasında kullanılan özlem ismi,,,

bu kırılmayı gösteren sosyolojik bir hikaye daha anlatayım,,, trabzonspor 1976-81 arası beş yıl aralıksız şampiyon oldu,,, o sadece bir ili temsil eden bir klüp değil, tam da yetmişlerin havasına uygun olarak ezilenleri, anadoluyu temsil eden bir klüptü,,, rüzgarın etkisi ve nasıl boğulduğu ortada,,, seksenden sonra istanbul the finanskapital 3 takımlı bir şov sergiledi yıllarca,,,

trabzonsporun şampiyon olduğu yıllarda (sadece o yıllarda) şenol ismi de listeye girmiş,,, aslen trabzonlu olduğum için, trabzonsporun gerçek yıldızının şenol güneş olduğunu iyi hatırlıyorum çocukluktan,,, kaleye sen geç’ten, kaleci olmak isteyen çocuklar türedi, oradan biliyorum,,,

aslen trabzonlu derken, anne ve baba tarafımın altı kuşak boyunca orada doğup yaşadığını biliyorum, baba-dedem yirmi yaşında ilk çocuğuyla erzuruma gitmiş, on yıl sonra 1954’de 5 çocukla ankaraya gelmiş,,, annemler de 5 kardeşler,,, onların hepsinin ikişer çocuğu oldu (toplumsal normun dominant etkisi) ikinci bir evlilikle dahil olan bir çocuk daha var,,, benim de dahil olduğum kuşakta ise, dedeme göre torunlarda yani, liseden sonra hayata atılmak zorunda kalan 2 torun 2’şer (+1 kazara) çocuk yaptı, üniversite mezunu olan torunlardan 3’ü tek çocuk yaptı, birine piyangodan ikiz çıktı, biri tek çocuklu biriyle evlendi, biri evli ve çocuksuz, 3’ü de bekar,,, geyet de standart bir nüfus eğilimini imlediği için kendi ailemden örnek verdim,,, kritik değerlendirme noktası, kırılma noktasındaki en önemli etken ise şehirli olmaktır,,, 2>5>11>10,,, ((+)4-5 muhtemel),,, sabit oranda bir artış yaşansaydı sonuç: 2>2>4>8 olacaktı (sıfır büyüme),,, ancak görece şehre erken gelmiş orta-üstü sınıf bir aileden örnek verdiğimi ve büyükşehir merkezli olduğunu belirtmeliyim,,,

türkiyenin ilk nüfus sayımında kırsal oranı %75’tir,,, 2010 yılı nüfus sayımında ise kırsal oranı %25’tir,,,

hadi bir sosyolojik kesik daha atayım,,, 30 yaş ve üzeri olan arkadaşlarıma bakarak bir sonuç yazınca daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor,,, hemen hepsi sol cenahtan; demokratlıktan, anarşizme bir tayf içindeki insanlar,,, 40’a yakın erkekten 9’unun tek çocuğu var,,, diğerleri çocuksuz,,, hatun cinsine gelince, 30 hatundan görece erken evlenmiş iki kız kardeşin toplam 3 çocuğu, kocasıyla sıkı bir aşk patlatan en çatlak arkadaşımın 3 kızı var (mustangi var, öyle çatlak)), 5 tanesi de tek çocuklu (biri kızını 5 yaşında kaybetti):

medeni duruma gelince, ilk 30 içindeki 4 erkek arkadaşım boşandı, 11’i bekar ve 15’inin resmi ya da gayri resmi uzun süreli ilişkisi var,,, hatun cinsinde 12 arkadaşım boşandı,  yarısının yeni bir beraberliği var,,, kalan 18’in onunun bir birlikteliği var,,, 8(+6)’i bekar,,, 30-40 yaş arası liberal kesimde aileye ilişkin normlar parçalanmış görünüyor,,, muhafazakar kesimde ise aileye ilişkin normlar hala baskın, eğitim durumu yükseldikçe tek çocuğa yönelme var,,,

kırkın eşiğindeyim, terazimin bir kefesinde yaşam, bir kefesinde ölüm var,,, 200-300 kadar insanla hasbihal olmuşumdur; 10 tanesini çeşitli sebeplerle 25-35 yaş arası kaybettik,,,

yenitürkünün bir şarkısında şöyle der, ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın,,, çevremdeki insanların çoğu çemberin dışındaki insanlardı,,, biz özgür olmak için bile mücadele etmek zorundaydık, darbe sonrasının ilk asi kuşağı,,, ülkenin haliyle geleneğini kafasında çakıştırmış, dolayısıyla aykırı olmanın politik bir tavır olduğu bir ilkgençlik yaşadım,,, reçetelerden değil, kendimiz öğrendik pek çok şeyi,,, hatta öyle öğrendik ki kendi manifestomuzda özgürlük olarak adlandırdığımız şeyleri yaşayıp, adem babamızdan kalan sendromları sanki elmayı dün ısırmışız gibi yaşadık,,, serbest bir cinselliğe inanıyorduk, aldatma-aldatılma demeyeceğim, o sözü sevmiyorum, çünkü çevremde bunu yaşayan insanlar kendi özgürlükleri için yaşıyorlardı, başka birine zarar vermek için değil,,, ama sonuçlara bakınca vahim hayat manzaraları ortaya çıktı,,, yaklaşık 100-150 kişi içinde, 12 tane ayrıldıktan sonra 3 ila 7 yıl sürmüş saplantılı aşk gördüm, 6 kişi aldatıldığı için 2 yıldan uzun süre Mozart sendromu yaşadılar (aldatma demiycem demiştim, adını da koydum işte, Mozart sendromu ve lütfen bkz. Mozart) 3’ü intiharla sonuçlandı bu çatlak mevzuların, çifte kavrulmuş yiyenler, yani arkadaşları tarafından aldatılanlar bir daha o kişilerle arkadaşlıklarını yeniden tesis edemediler, ortaya dökülmemiş ama kişisel olarak bildiğim onbeşten fazla mozart sendromu gördüm, ben mozart severim de, benim tarzım değildir, ben paganini severim, kemanında tek tel kalana kadar çalar o kemanı, o tek telle kırk virtiöz boğar, öyle pagandır,,,

7 arkadaşımda kronik pisikoz tetiklendi, uyuşturucu olan ortamlarda pisikozun tetiklenme oranı en az iki katı yüksektir ve ilk karşılaşmalarımızda kollektif bilinçaltından dolayı genel bir dışlayıcı eğilim hemen seziliyordu,,, şimdi ise engin psikiyatri servisi tecrübelerimden sonra pisikozlara bakışım radikal olarak değişti,,, bir futbol fanatiğiyle aynı kefeye koyabileceğim pek çok insanla tanıştım, eğer futboldan konuşmuyosan, işler gayet normal ve tıkırında gidebiliyor, bunu gördüm, hele eğitimli insanlar çok daha rahat başa çıkabiliyorlar bu durumla, çoğu da sosyalleşmenin bir yolunu buluyor,,, ama çektikleri sendromlardan dolayı üzüldüğüm çok insan oldu, en rahatsız olduğum sendrom ise paranoid bozukluk,,, varolan bir tehditten korkmak sağlıklı bir insan davranışıdır ama varolmayan bir tehditten korkmak olsa olsa bir eza olabilir ancak,,, bla! bla! bla! benim saplantılı aşk sendromuma da dördüncü psikiyatrist atipik şizofreni teşhisi koydu,,, bir müddet böyle olmasını da ben istedim,,, nasıl desem foucault okuduktan sonra en illet olduğum şey insanların sınıflandırılıp tecrit edilmesi,,, gerçeklikleriyle değil, etiketleriyle,,,

şu sözümü severim: ben eyvallah derim,,, bana gerçeklerle gel buna eyvallah derim .):)

gördüğünüz gibi dünya nüfusunu ancak beyaz zenciler adam edebilir.):) (Ben 2 tane yapacağım, yazgı olduğu için, yüzümü de siyaha boyayacağım kimse anlamayacak))

(((bir de ara parantez,,, geçen aklıma düştü,,, bir peygamber seni yarıyolda bırakırsa ona ne dersin,,, sen yalancı bir peygambersin dersin,,, Marx’a da bu yapıldı ve kavram olarak sunduğu pek çok şey de delik deşik edildi,,, mesela yanlış bilinç diye bir kavram ortaya atmıştı,,, geçen bunu düşündüm işte,,, bu konuda hem de yıl 2012’de dibine kadar haklı marx dedemiz,,, doğada doğru yoktur, insanın beyninde doğru vardır ve tabi ki ikiz kardeşi)))

özel nüfus sayımından genel nüfus sayımına geçeyim yeniden—

1914te (ki Osmanlı çok daha önceden çeşitli kıstaslara göre pek çok sayım gerçekleştirmiştir) yapılan nüfus sayımını görünce şaşırdım,,, O zamanın Osmanlı’sının Türkiye hudutları içinde 31 vilayeti vardı,,, En kalabalık vilayet izmiri de içine alan aydındı, birmilyonüçyüzbin,,, onu sivas, trabzon, konya ve ankara izlemektedir, ancak tüm bu vilayetler günümüzde yaklaşık yüzölçümü olarak 3’te bire düşmüşlerdir, İstanbulsa yüzölçümünü büyük oranda korumuştur, ancak nüfus sıralamasında 6. sırada görünüyor,,, resmi osmanlı sayımlarında istanbulda 200 bin rum kayda geçirilmemiş, ya da yabancı kaynaklarda 200 bin rum kayda geçirilmiş,,, Osmanlı döneminde de (ama esas lozan 25’te) hristiyan-müslüman mübadelesinin (1914) yapıldığını da eklemem gerek,,, 1950 yılında 100 bin olan rum nüfusunun bugün 3-4 bin olduğu tahmin ediliyor,,, Mübadele öncesi İstanbulu şöyle anlatayım, her dokuz insandan altısı türk (müslüman), ikisi rum ve biri ermeniydi,,,

1915-1925 arası Türkiye ulus-devletinin kuruluşu esnasında, 1940’ların yüksek makamlı bir yetkilisinin ermenilerle ilgili açıklaması, 600-800 bin arası ermeni kaybın olduğu, bunun da osmanlı arşivleriyle uyumlu olduğu yönünde, sınırdışı edilenlerle beraber bu rakam birmilyon ikiyüzbin civarıdır,,, Doğu cephesinde Rusları arkalarına alarak pek çoğunda erkeklerin cephede olduğu yerleşim yerlerine yapılan karşı-kıyımda 500 bin müslüman hayatını kaybetmiştir (Buna da Ermeni mezalimi denir),,, Atatürkle Lenin antlaştığı zaman yaptıkları en doğru manevra Kars anlaşmasını (1921) imzalamalarıdır,,, Her ne kadar Sovyetler Birliğinin hamiliğinde yapılmış bir antlaşma olsa bile,,, bir kıyım ve karşı-kıyım yaşamış iki halkın eski yerleşim yerlerine dönerek heterojen barışçıl bir hayat sürdürmeleri düşünülemezdi,,, ancak sınırboylarından bir  kaç vilayet ve bir miktar tazminat talep etmeleri gerekirdi diye düşünüyorum, sonuçta resmi tapulu mesken ve arazilerinden ayrıldılar,,, Sovyet modeli ise milliyetçiliği traşladığı için bu antlaşmanın hayırlı bir antlaşma olduğunu, söz konusu milletlerin bir hesaplaşma politikası yerine bir imar politikasına giriştiklerini söyleyebiliriz,,, Çoğunuz Ermeni meselesinin 70’lerin ruhuna uygun olarak o tarihte politize edildiğini bilmez,,,

Türkiye’nin etnik yapısıyla ilgili söylenecek bir kaç husus daha var,,, Atatürk etno-milliyetçi değil, kültürel ulus-devletçi bir milliyetçilik stratejisi izlemiştir, homojenize etmek ise o zaman kurulan her yeni ulus-devletin rasyonel, modern politikalarıydı,,, şöyle bir örnek vermek istiyorum,,, İtalya ulus-devlet haline geldiğinde Ulus İtalyancasını konuşan nüfus, nüfusun yüzde birbuçuğuydu,,, Uluslar “inşa” edildiler.

Seksenden sonra yaşanan neomuhafazakar kırılmadan sonra şovenistleşen milliyetçiliklerden türeyen sözcüklerden biri de “ne mozaiği lan, mermer”di,,, biraz derinlemesine bakalım şimdi,,, şu mozaiğin parçalarına bakalım,,,

Gürcüler:

1828 Rus harbiyle başlayıp yüzyıla yayılan Mahaceret veya Muhaciroba (მუჰაჯირობა) olarak da bilinen büyük gürcü göçü sırasında, bugünkü Kobuleti’den göç edenler kendilerini Çürüksulu (Çuruksulebi), Batum’dan göç edenler Batumlu (Batumeli), Yukarı Acara ve Aşağı Acara sancaklarından göç edenler Acaralı (Acareli), Macaheli’den göç edenler Macahelli (Macahleli) olarak adlandırdılar. Ancak ortak adlandırma terimi Çveneburi (bizden olanlar) olmuştur. 93 Harbi göçleri giderek azalıp yıllara yayıldı.

Türkiye’nin özellikle kuzey kuşağına yerleştiler. Karadeniz kıyısı boyunda, bugünkü Rize, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, Amasya ve Tokat illeri bu yerlerin başında gelir. En çok nüfusu ise Ünye, Ordu, Terme ve Çarşamba yöresi almıştır. Daha batıda Bolu, Marmara Bölgesi’nde Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bursa ve Balıkesir illeri Çveneburi nüfusunu alan yerlerdir.

Türkiye’deki Gürcü kökenlilerin nüfusu hakkında kesin bir veri olmayıp, eski nüfus sayımlarında Gürcüce bilme esasına dayalı olarak nüfusları yaklaşık 60.000’dir. Bugün Gürcü kökenlilerin nüfusunun 1 milyonu aşmadığı tahmin edilmektedir.

Kendi kültürlerini yaşatmak için belli girişimleri olsa da, misafir olarak geldikleri için, ayrılıkçı örgütlenmelere gitmemişlerdir,,,

Lazlar:

1810 yılında tüm Lazistan Sancağı’nın nüfusu 600.000’den fazla iken bunun 400.000’i Osmanlı’nın iskan politikaları yüzünden yurtlarından sürüldü. 1900’lere gelindiğinde ancak 200,000 kadar insan otokton yerinde kaldı.

1935 nüfus sayımında “İslâm Azınlık Dilleri” altında 72,000 kişi Lazca konuştuğunu belirtmişti. Bu da o zamanki Türkiye’nin %0,53’ünü oluşturmaktaydı.1975 Türkiye köy sayımında Doğu Karadeniz bölgesinde yaklaşık 90.000 kişi, Batı Karadeniz bölgesinde 25.000 kişi, Milliyet gazetesinin KONDA’ya yaptırdığı ankete göre Türkiye halkının %0,28’i kendini Laz olarak tanımlamış ve 220 bin kişinin Laz olabileceği tahmin edilmiştir.

(Verileri vikipediden aldım ve gençlere tavsiyem, doğru bilginin de nereden alınacağına çok kafa yormuş birisi olarak vikipedinin güvenilir bir kaynak olduğunu bilmeleri,,, politik değerlendirmelerden çok nesnel davranmaya çalışan demokratik de bir platform)))

bu iki etnik grup için 2’şer sayfa açıklama varken, kürtler hakkında 10 sayfadan fazla açıklama bulunması da gayet makul,,, Türkiye’de şu anda 11.5 milyon kürt ve 4.5 milyon zaza yaşadığı tahmin edilmektedir,,, Zazaların politik arenada kimlikleriyle boy göstermemeleri ise ayrı bir inceleme konusu olmalı,,, o kadar nüfusa sahip pek çok ülke var şu anda yeryüzünde,,, Bugünkü Türkiyenin dörtte biri farklı etnik kökene sahiptir,,, heykelin başı ve gövdesi mermerden yapılmış olsa bile, ayakları ve kolları mozaikten yapılmış, öyle görünüyor,,,

bir ümmet imparatorluğundan ulus-devlete geçme aşamasında eklenmesi gereken bir diğer veri de mübadeledir,,, 1914’te Osmanlı tarafından ve 1925’te Lozan antlaşmasıyla yapılan mübadele,,, burada en ilgi çeken nokta, yeni idarenin cumhuriyet olmasına rağmen, mübadele kıstası olarak dinin seçilmiş olması, dolayısıyla hristiyan türkler de mübadeleye eklenip sınırdışı edildiler.

1923-1926 arası Karma Komisyonun tahsis ettikleri ile Türkiye’ye gelen mübadil sayısı 355,635 idi. Bu sayıya kendi ulaşım olanaklarıyla Yunanistan’dan ayrılıp Türkiye’ye gelenler dahil değildir. 1921-1928 arası Türk hükümetinin iskan ettirdiği mübadil sayısı 463,534 kişidir. 1912-1914 arası Balkan Savaşı sonrasındaki süreçte Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı ise 125.000 dir.

1928 genel nüfus sayımına göre Yunanistan’daki Türkiyeden göçen hristiyan-rum nüfus 1,104,216 idi. İstanbul ve adalarla, batı trakya türkleri mübadele dışı bırakılmıştır. Bu mübadele sonucu göç eden nüfusun toplam büyüklüğü 1 milyon 700 bindir.

İstisna bırakılanlar dışında anadolu topraklarından toplam 2 milyon 300 bin rum ve ermeni ayrılmıştır,,, Bugünkü nüfusa projeksiyon yaparsak, 10 milyonluk bir nüfusa tekabül edecekti,,, Yine bugünkü nüfusa projeksiyon yapacak olsak 3 milyon müslüman türkiyeye giriş yaptı, ikibuçuk milyon müslüman da ermenilerin karşı-kıyımında ölmüş olacaktı.

80 milyonluk bir ülkenin kürt ve zazalar da dahil olmak üzere 30 milyonunu kapsayan bir sorun olacaktı…

1915-1928’i baz alırsak türkiye sınırları içinde bir milyonu aşkın ermeni ve müslüman hayatını kaybetti,,, tehcir ve iki ülke arasındaki mübadele sonucunda da iki milyonu aşkın kişi yerlerinden yurtlarından göç etti,,,

20-25 milyonluk bir coğrafyada 3 milyon insanı etkileyen milliyetçi radikal politikalar yürürlüğe sokulmuştur. Haklılılığı, haksızlığı bir yana döneme devasa bir insanlık trajedisi bıraktığı ortadadır.

Buna ek olarak 1914-1918 arasındaki 1. dünya savaşına osmanlı imparatorluğu 3 milyon askerle katılmış, 1 milyonu ya ölmüş ya kaybolmuş ya da akıbeti belirsiz bir biçimde esir düşmüştür,,, 1914’deki nüfus göz önüne alınırsa ve kayıpların çoğunun erişkin erkekler olduğu düşünülürse, türkiye erkek yetişkin nüfusunun 8 ila 10’da birini zayii olarak vermiştir,,,

1. dünya savaşında itilaf devletlerinin 43 milyon, osmanlının da dahil olduğu itilaf devletlerinin 25 milyon 250 bin askeri savaşa katılmıştır,,, yaklaşık 800 milyonu kapsayan bir nüfusun alanında (dünya nüfusunun yarısı) 68 milyon askerden 39 milyonu ölmüş, kaybolmuş ya da yaralanmıştır.

Siyasal olarak hiç bir sorunu çözmediği gibi mevcut anlaşmazlıklar derinleşmiş, otoriter ve totaliter rejimler güç kazanmış, çok daha vahşi ve yıkıcı bir dünya savaşına daha sebebiyet vermiştir,,,

İronik olan şeyse bugün kullandığımız teknolojilerin o iki dünya savaşı sırasında yapılan araştırmalardan beslenmiş ya da doğmuş olmasıdır,,, Şunu anımsatmalıyım, ilerlemecilik modernizmin putuydu,,, ve elimizdeki değerlendirme nesnesi insan olduğu için, hangi kriterlerin neye göre belirleneceği çok muğlak kalmaktadır,,,  kansere kemoterapi mi, kanser olmamak mı,,, mevcut dünyanın 3’te birinin refahı, 3’te ikisinin sefaletiyle ödeniyorsa belki de o put artık kırılmalıdır,,, (eskinin toplumcu-ki özgürlüğü kısıtlı demektir- insanı, yeni bireyden daha mutluydu, bunu doğulular veya gerçek dindarlar binlerce yıldır seslendiriyorlar, almak bir insan evresidir, ham meyvenin hala beslenmesidir, vermek ise o tadı sunmaktır, olgun meyvedir,,, çoğumuzsa rasyonel aklımıza yenik düşüyoruz dipten dibe, rasyonel çıkar ne kadar alırsan kar diye kodlar,,, ama insan kar edince mutlu olur da,,, öpüşünce, sevişince, sarılınca, hediye gibi bir hediye verince o mutluluğu kutsal mabedinde, bedeninde hisseder,,,

bugün birine cibranı götürdüm, inanır mısın okumaya vaktim yok dedi, anne, çalışıyor da,,, içten söyledi,,, bir miktar vakti olanlara bir hatırlatma olsun o zaman cibrandan:

https://feelozof.wordpress.com/2008/09/01/halil-cibran-vermek/

Read Full Post »