Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Varolamamanın Dayanılmaz Öfkesi – Var Samsa’ Category

VAROLAMAMANIN DAYANILMAZ ÖFKESİ

 

Var Samsa

 

Gereksiz gördüğü felsefeyi, sokaktaki adamın hayatına sokma girişimiyle başlayalım.  Sıcak şehri kavuruyor. İş çıkışı saatleri. Köprüye bağlanan şehir içi yollardan birinde birkaç yüz araba sıkıştık kaldık. Bir kaç metre ilerledikten sonra, sonu gelmez bir bekleyiş başlıyor.

 

Bugün caddeler nedense ortalama bir günden daha kalabalık. Çevremden geçen yayaların hızına imreniyorum.

Arabamdaki radyodan, dünyanın dört bir yanında öfkeli insanların yaptıklarının haberleri yağıyor. Sonsuz bir egemenlik ve yok etme savaşı.

Radyo spikerinin hızlı hızlı ve bana sonsuza dek sürecek gibi gelen sözleri giderek takip etmediğim, ama huzursuzluğumu yoğunlaştıran bir uğultu halini alıyor. Boğuluyorum.

En az bir saatim -belki daha fazlası- bu trafikte, birbirinin üstüne çıkan bu araçların arasında mücadele ederek geçecek. İçimi yaşamadan geçireceğim bir saatin sıkıntısı kaplıyor.

Kaç saatim daha var? 100.000 veya 10.000 veya sadece bir kaç bin? Ne fark eder?

Kimse bana bir saat sonra köprü çıkışında karşılaşacağım, araçların trafikte tehlike yaratırcasına yavaşlayarak dönüp baktıkları, bariyerlere çarpan arabadan fırlayan direksiyon çubuğunun sürücünün göğüs kafesini kaburgaları sayılacak şekilde parçaladığı  feci kazada ölecek kişi olmadığım garantisini vermedi.

Size de.

En büyük korkumuz karşısında sakin kalarak düşünmek Hiç kendi ölümünüz hakkında sakin kalarak düşünebildiniz mi?

 

Sorgulamayı bastıran duyguları (iç sıkıntısı vb) veya mantık yoluyla size tehlikede olmadığınız yanılgısını yaratan savunma mekanizmalarını (gencim, daha çok zaman var önümde) bir kenara bırakın.

Dini veya ahlaki düşüncelere daldığınız sohbetleri de saymayın. O zamanda ölümünüz üzerine düşünmüş olmuyorsunuz. Allah verdi Allah alır sözü bir rahatlama verir ve sonuçta içinizdeki endişe bastırılmış ve unutturulmuş olur.

Ölümünüzü yaşamak zorunda olduğunuzu düşündünüz mü hiç, korkup kaçmadan? Canınızı çok sıkan trafikten kurtulduğunuzda, o adı kötüye çıkmış ölümünüze bir saat daha yakın olacağınızı düşünmeye var mısınız?

Bir kere olsun düşünelim ölüm üstüne. Şimdi.

Düşünmenin hiçbir zararı yok. Hatta faydası da var. Ama konum metafizik faydaları değil. Günlük yaşamınıza faydaları olabilir. Düşüncelerinizi bastırmamayı başarabilirseniz. Nedenini biraz ilerde açıklayacağım.Şimdi ölümümüz üzerine düşünmeye konsantre olalım. Mesela nasıl gözükecek cesediniz? Soğuk ve katı elbette. Rengi soluk. Gözleriniz kapalı. Resim gözünüzün önüne geldi mi?

Cesedimizle yüzleşmek

 

Eğer bir trafik kazası sonucu öldüyseniz kazanın yol açtığı yerlerde yaralar, oturmuş kan.

Hastanede öldüyseniz ve kalp masajı ile kurtarılmaya çalışılmışsanız, belki ağzınızda burnunuzda bir parça kan pıhtısı.

Öldükten sonra cesedinizin bulunması geciktiyse şişmiş ve yemyeşil bir karnı olacak cesedinizin. O karnı açtıklarında çevreye pis bir koku yayılacak ve içinizde olduğundan haberiniz bile olmayan binlerce kurtçuk.

İntihar ettiyseniz üstünüzdeki cilt ve altındaki dokulardan oluşan kılıfı çıkarmaları gerekecek elbette. Ve o kılıfın çıkışıyla sizi siz yapan son kalede kaybolacak, aslında hepimizin bir olduğunu gösteren kaslar ve kemikler çıkacak ortaya.

Yanarak öldüyseniz zaten kaybolup gitmiş haldesiniz, koyu kahverengiden kömür rengine varan kimliksiz bir cesetsiniz artık.   

Gerçekten kendi cesedinizi bir an olsun canlandırabildiniz mi gözünüzde? Devam.

Cenazemizin kaldırılışı

Cenazenizde insanların aklından ne geçecek? Yetişmesi gereken işleri olduğu için tedirgin bir şekilde cenaze namazının uzamamasını bekleyenler, gelmem şart mıydı diyenler, kimin nasıl göründüğünü süzenler, imam konuşurken metresi ile bir gün önce yaptığı kaçamağı hatırlayanlar.

Ne garip değil mi ölüm tam tersini -cinselliği- kışkırtır nedense yaşayanlarda. Geçelim.

Ama bunlar çok kişinin katıldığı büyük adamların cenazesinde olur diyeceksiniz. Benim gibi, sizin gibi sıradan insanlar daha şanslıyız cenazelerimizde, dostlarımız ve akrabalarımızla yalnız oluruz çünkü orada.

Büyük olasılıkla sizi tanımıştır cenazenize gelenler. Belki etrafta tanıdıklarınızdan bir kaç kuruş koparabilmek için en acıklı yüz ifadelerine bürünen bir kaç mezarlık işçisi de olacak toprağa verildiğiniz sırada.

Cenazenize gelenler sizinle anılarını düşünecekler. Belki biraz da ölüp gittiğiniz için size kırgınlıkları. Hatta o kadar üzgün olacaklar ki hiç bir şey düşünemeyecekler. Öyle mi gerçekten?

Hazır olun cevaba veya karşı soruya: Sizin aklınızdan neler geçer tanıdıklarınızın cenazelerinde?

Hala size kızgın olanlar olacak, tüm yaşamları süresince oldukları gibi. Kızgın, üzgün veya dağılmış, ama bir tek şey kesin: Sizi anlamamış olacaklar geride kalanlar. Neyi nasıl yaptığınızın sebeplerini sizden başka kim anlayabilir ki? Siz anlıyor musunuz?

Ölmüş olmanın tek avantajı: Ölümün kutsal zırhını geçirmiş olacaksınız üzerinize. Artık eleştirilmeniz kamu önünde yasak. Ne büyük özgürlük değil mi?

Keşke ölümün koruyucu zırhını ölmeden bir an olsun giyebilsek.  

Cenazenizde sizi hatırlayarak yere çöküp, ıslak çimlere bakarak toprak kokusunu duymaya çalışacak bir tek kişi varsa siz insanlığa doğru örnek olmuş şanslı bir kişisiniz.

Tamamlanmamışlık

Bugün ölseniz en çok neyi yapmadığınız, eksik bıraktığınız için üzülürsünüz? Yapılması veya bitirilmesi için hiç bir gücünüzün kalmadığını düşünün. Dünya üzerinde artık hiçbir etkiniz kalmadığını düşünün.

Tamamlanmamış bir şeyler, konuşulması unutulmuş bir şeyler mutlaka olacak.

Varsa çocuklarınıza kimse anne veya baba olamaz, sizin olabileceğiniz kadar. Onlara söylemek istediğiniz bir şeyler daha yok muydu? Veya ayrılmadan son bir kez sıkı sıkıya sarılmak? Gerçekten geçen hafta sonu oğlunuzu dövmek zorunda mıydınız?

Öldükten sonra -herkes gibi- hiç istemediğiniz şeyler olacak, hazırlayın kendinizi şimdiden bunlara. Sevdikleriniz sizin engelleyebileceğiniz yanlışlar yapacak, zorluklar çekecek. Hiçbir şey yapamayacaksınız.

Ölümünüzle çevrenizdekilerin derin bir nefes alacak olması tam bir kabus. Keşke çevrenizdekileri daha özgür bıraksaydınız. Keşke kendilerini gerçekleştirmelerine daha çok fırsat tanısaydınız.

Varsa çocuklarınız “amma dırdır ederdi” diyecekler belki de. Keşke o kadar dırdır etmeseydiniz. Keşke kendinizi daha iyi anlatabilmiş veya sevdiklerinizin en büyük korkuları hakkında biraz daha fazla konuşmuş olsaydınız.

Varsa eşinizin bir süre sonra sizden başka biri ile yatağa gireceğini düşünün. Ve sizinle olduğundan daha mutlu olduğunu. Keşke onun mutlu olması için daha çok gayret etseydiniz  

Belki bayramlarda mezarınızda ziyaret ederken hatırlayacaklar sizi. Belki sizinle geçirdikleri bir ayrıntı hiç beklemediği bir anda sizi seven birinin aklına takılacak. Bir yemeğe çıktığınızda uzak yıldızlar üzerine söylediğiniz felsefi bir söz, ölüm döşeğindeki bebekleşmiş yüzünüz.

Ama en kötüsü, en sona kaldı. Bir kaç ay sonra neredeyse tamamen, hiç yaşamamış gibi unutulmuş olacaksınız. Normal olan da bu. Ne kadar hatırlandığınız da sizin değerinizin ölçüsü değil. Zaten öyle bir ölçü de yok.

Kabus duygular bunlar belki, ama ölüm üzerine düşünmek mevcut hayatınıza faydalı oluyor. Nasıl mı?

Ölümü mirengi noktası almak yaşamımızdaki küçük mutsuzlukları, hatta büyük mutsuzlukları oldukları şeyler olarak görmemizi sağlıyor: Şu kadar senede ölecek falancanın küçük veya büyük mutsuzlukları, endişeleri, korkuları. 

Korkmayın ve düşünmeye devam edin. Aslında burada kalmamız gerekli ama, bu yazı için bu kadarı bile fazla.

 

Ölüm korkunuz üzerinden sömürürler sizi En yanlış anlaşılmaya açık konudur ölümümüz. En zayıf olduğumuz konu. En kolay onun üzerinden bizi istedikleri yola getirirler. Aslında duygusuz kalamadığımız bir konu olduğu için bu satırların yazarını -beni- doğru anlamadan tepki duymanız da bir olasılık. Daha büyük olasılık çoktan sayfayı kapatmış olmanız…Konum aslında ölüm korkusu değil. Züccaciye dükkanına giren bir fil gibi, ölüm korkusu üzerinden bodoslama dalmak istediğim konu farklı.

 

“Bir dakika, yazının başlığı farklı değil miydi?”

 

Uzun bir giriş yaptığım konu tüm mutsuzluğumuzun ve öfkemizin kaynaklandığı yaşama bakış açımız, yarattığımız ilizyonlarla gölgelenmiş gerçek anlayışı. Bir tuzak halini almış yeryüzünde varolamayışımız ve varolamamamızın yarattığı öfke.

İçimizde her gün biriken o öfke nedeniyle kendimizin ve çevremizdekilerin yaşamını cehenneme çeviriyoruz.

Sanırım varolamamak ile ne anlatmak istediğimi açmam gerekiyor önce. Başarısız Türk Dil Kurumunun, felaket başarısız sözlüğünde yer almayan bir kelime. Aslında terminolojik olarak açmam gerekmiyor, kelimenin ne anlama geldiği açık. TDK sözlüğünü de dikkate almıyorum, çünkü varolmak gibi basit ve yerleşmiş, internette 34700 Türkçe sitede yer alan bir kelime de yok TDK sözlüğünde. 

Beynimiz trafik, iş, okul, çevre, doğrularımız, yanlışlarımız, basın, televizyon ve diğer dikkat dağıtıcılar sebebiyle varolmaya kapanmış durumda. Çevremizdeki sesleri duymuyoruz, baktığımız şeyleri görmüyoruz, yediklerimizin tadını almıyoruz. Güzellikleri ve çirkinlikleri ile yaşamın mucizesine şaşırmıyoruz artık ve bu halimizi olgunlaşmak, büyümek zannediyoruz. Oysa bu ölmek, varolamamak.

Algılarımız kısa anlar için açılıyor, o anlarda çevremize bakıyoruz, yediğimiz yemeğin tadını alıyoruz. O anlar çarpıyor bizi.

Ama kısa zamanda yine bize öğretilen toplumsal yanlış devreye giriyor. Kategorize ediyoruz, güzel- çirkin, ak- kara, iyi-kötü diye. Hedeflere kitlenmiş, doğruları belirlenmiş bir hayal aleminde yaşayıp gidiyoruz.  Çevremizdeki güzel kelebek, beyaz çiçek, şirin köpek, harika lüfer oluyor ve gerçeklik kayboluyor.

Ama benlik rahat durmuyor. Varolamayışının verdiği sıkıntı fırsat buldukça bir tepki ile ortaya çıkıyor. Kimi zaman trafikte sizi sıkıştıran aracın sürücüsüne, kimi zaman hiç tanımadığınız bir futbol hakemine. Öfkelenme eyleminin sahibi sizsiniz, sizi öfkelendirenin ne olduğunun hiçbir önemi yok aslında.

“Semra değiştir şu kanalı! Yeter artık bu ukalalıklara daha fazla sabredemeyeceğim!” Geçmişte, yaşamın daha az tuzak olduğu dönemlerde, yetişmemizin zorunlu olduğunu zannettiğimiz binlerce iş, elde etmekle yükümlü olduğumuzu zannettiğimiz binlerce şey mevcut değilken daha az sinirlenirdik. Şimdi elde edilebilecekler o kadar fazla ve o kadar elle tutulabilir mesafede ki. Televizyonu aç ve mutluluk getireceğine inandırıldığın binlerce meta.İşte burada modern muhafazakarlar topluma o sözde kurtuluş dalını uzatıyor. Geçmişin doğrularını günümüze uyarla. Sevgi, saygı, değerleri koruma, maneviyat. Onlarda inanıyor doğru olduklarına, çünkü çapları bütün resmi görmeye yetecek kadar geniş değil.

 

Nüfus artışı da bir diğer öfke kaynağı. Kalabalığın artışı insanı doğası gereği daha sinirli yapıyor. Sınırlarını koruyamama korkusu. Sonunda çevremizdekilere öylesine öfkeli bir hal alıyoruz ki, geçmişten tutunacak bir dal arıyoruz.

Muhafazakarların çağı

 

Tüm dünyada muhafazakarların barış getirmek vaadiyle daha fazla huzursuzluk, daha fazla mutsuzluk, kan ve gözyaşı getirdikleri bir çağa girdik.

Doğduğum dünyadan çok daha geri bir dünyada olduğumu görmek içimi burkuyor.

Oysa bastırılan ilerleme, gerçek aydınlanmaya ulaşmamızın tek yolu olan ilerlemeden başka bir şey değil.

Hikaye takip etmekte zorlananlar için açalım şöyle ilerliyor: Öfkeli kalabalıklar muhafazakar değerlere tutunur ve toplumu o yöne propaganda altına alırlar.

Öfkeli kalabalıklar uyutulmak için gösteri isterler, spor, müzik ve gerçek şovları. Bunları vermek kolay.

Öfkeli kalabalıklar kan isterler. A.B.D milliyetçiliği terör bahanesiyle önce toplum içi liberal düşünenleri susturur, sonra savaşlar başlar, sonu gelmeyecek savaşlar.

Muhafazakarlar işbirliğini ve işbitiriciliği iyi bilirler

Muhafazakar akımlar idealist sol ve liberal akımlardan çok daha pragmatist yaklaşırlar politikaya. Çıkarları ve ulaşmak istedikleri amaçları için her türlü kılığa girer, her toplumsal grupla işbirliği yaparlar. Yeter ki dünya daha geri bir yer haline gelsin, kalabalıklar daha az eğitimli ve sonuçta daha kolay yönetilebilir hale gelsinler. Kendileri daha fazla oy verdikleri sürece tüm cahiller dostlarıdır.

Muhafazakarlar militarist, izolasyonist ve milliyetçi yaklaşımlarla ortak amaçları çerçevesinde kolayca işbirliğine giderler. İç ve dış düşmanlar yaratılır farklı milletlerden veya aynı milletten, yaratılan düşmanlara karşı savaşmak için silahlanma giderleri artırılır. Sanayici memnundur artan harcamalardan, çarklar daha hızlı dönmektedir onlar için.

Güvenlik korkusuyla sömürülür kalabalıklar. Kanunlar zayıf, adalet işlemiyor propagandası ile kalabalıkları mutlu edecek bir kamuoyu adaleti uygulanır.

Aydınlanmaya tepkili bilim adamları, düşünürler muhafakarlığın felsefesini geliştirir ve yayarlar. Temelde hiçbir ortak noktaları olmaması gereken feministlerle bile işbirliğine gider muhafazakarlar, yeter ki kadına özel bir konum veren muhafazakar ahlak anlayışı için işbirliği yapılsın.

Ne kadar öfkeliyseniz, o kadar kolay düşersiniz muhafazakarlığın ağına.

“Semracığım, balkondan şöyle kalınından bir odun getirebilir misin hayatım?”

Ülkemizde de muhafazakarlar dünyadaki benzerlerinden farklı hareket etmiyorlar.

Hikayenin ayrıntıları konumuz değil.

 

“Burda kafası dağıtılması gereken bir entel-dantel bozması feci kafamı bozdu da.”Başladığımız yere ve ana dönelim.

 

Arabamın içinde düşüncelerle boğulduğumu hissediyorum. Harekete geçmem lazım.

Önce radyoyu kapatıyorum. Camı sonuna kadar açıp sokaktan gelen sesleri duymaya başlıyorum. Trafiğin yarattığı ve sıcak havada ağırlaşan kokuları atmosfere doğru yükselmelerinden önce içime çekiyorum. Çirkinliklerinde bile güzeller, bana varolduğumu hatırlatıyorlar.   

Hayatlarına ve yollara sıkışmış, derin nefes almayı unutan huzursuz insanlara bakıyorum. İçim onlara karşı dayanılmaz bir acıyla doluyor.

Birbirinin üstüne çıkan arabaların, belki bir kaç metre öne geçmek için çırpınan kalabalıklara karışmayı kabul etmiyorum. Arabamı bir sokak arasına çekiyorum, araçlarla dolu caddeye bakan bir parka ilerliyorum. Oturduğum banktan arabaları ve sokaktaki insanları izliyorum.

Özgür olmadığınız bir yalan. Seçimlerinizi her an baştan, yeniden yapabilirsiniz. Farkında olun yeter ki.

Size bir şey söyleyeyim mi: Gazetelerde okuduğunuz yazıların yüzde 80’i yalan, kalanı da eksik bilgilerle dolu. Gerçekten kötü zannettikleriniz sizin gibi bir insan, gerçekten doğru bildikleriniz ahmakça.

Durun. Öfkelendiğiniz taksi şoförü değil, varolamadan geçen bir saatiniz. Ve bir diğer saatiniz. Ve son saatiniz…

 

Beyfendi durun! Metaforik olarak kafanızı şişirmiş olabilirim, ama sizin de benim kafamı gerçekten şişirmenize hiç gerek yok. Öfkelendiğiniz ben değilim ve elinizdeki o odunu lütfen yere bırakın.

 

(http://www.mevsimsiz.net/)

 

 

Read Full Post »