Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Haziran 2011

(senem; zeki ve güzel kankam benim, ben tanrıçayı o zannederken, o tanrıçanın ayakkabıları olduğunu biliyordu; nike: zafer tanrıçası,,,

1 Mart 2011

çiki çiki baabaa
KISA HİKAYE

UYUMAYAN ÇOCUĞUN ZAFERİ yada diline yabancılaşma

Dili pörtlemiş, ağzından 5 okka dışarıda duruyordu.okka bir ağırlık mı, bir uzunluk mu ya da neyin ölçüsüydü?
“süt iç.iyi gelir” dedi Haminni.
Soğuk bir gündü.Uyuklamak için derin dondurucuyu seçmiş olmanın da bir etkisi vardı tabii ki.Doğal olmayan ise çocuğun hikayenin adıyla uzaktan yakından örtüşmeyen bu tatbiki mümkünsüz eylemiydi.Demek ki durum gerçekten vahim idi.
Günler günleri,haftalar yılları,saniyeler ayları kovaladı ve kovaladı.
Ekinoks ve sonbahar kramplarını atlatmıştı çok şükür.amin. Biraz fazla öderse hayata, ekstradan bir endişe kazanacağının bilincine varmak üzereydi..taaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa ki….boş bir inşaatta ense köküne yediği darbe yüzünden meczup olana kadar.
Herkes mutlu bir son bekler. Kötüler ise viceversa..(it.)

sENEM

yazıyorum, delirmiş bir şekilde yazıyorum, iyileşmek ümidiyle, arımı ve hayamı da bir tarafa bırakarak, ince gözlerin anlayabileceği doğrudan yansıtmalarla yani hakiki, yani rahatsız edici, sevdiğim hatun beni aldattı ben de onu züktüğümü hayal ettim- gayetle doğal da bi eğilim- dostoyevski derim, yeraltından notlar derim, aynısı vaki,,, karı milleti işte “seviştik” diyor, işin içinden çıkıyor, kim diyebilir ki sevişmek kötü bir eylem diye, bunu biran önce çözmeliyim, iyi bi şey nasıl oluyor da metamorfoza uğruyor bana gelene kadar, evrim ağacına baktım demin tüm primatların atası 14-25 milyon yıl önce, vuhuuu dedim, maymun cinsiyle ayrışalı onmilyon yıl, iyi rakam ha senem, ama arpa boyu olmuş, kıskançlık boku özenle saklanmış bu serüvende, maymunların olmalıydı o, ve bize düşen masalı yaşamak olmalıydı, seviyosan zaten onla olursun, sopaya ne gerek var, 133 IQ’ümü böyle bir patolojinin sikip atması katlanılır gibi değil, daha doğrusu sikiyor da atmıyor, atsa sorun kalmıyor, zihin biriktirmiş, zihin biriktiriyor, olmadık yerde önüne lank diye servis yapıyor, o hayatta kalmaya odaklanmış, pis bi bok varsa kayıtlar uyarsın, ama pis mi ama bok mu, bokun temizi var mı, al işte çiçek o bokla besleniyor, her şey karışık, her yer metafor, bilinç aşırı uyarıldı, ondan kaçmak için onu daha da uyarmaya çalışan pavlovun kırmızı başlıklı kızlarıyız, niye… niye… niye… bir önceki bilgiyi unutmak için iki bilgi ekle, dörti sekiz (halbuki dört temiz), kalabalık önemli değil, ama işin safi özünde çelişki var, paradoks var, ironi var, belki var, ama var, keşke var, sisteme virüs bulaşacak binbir delik var, köye kaçmalıyız senem, borgayı da ikna et, domates, biber, patlıcan diyorum, sadece domatesleri düşünmek için nelerimi vermezdim, durmuyor, beyin durmuyor, tüm doğulular bunun farkına vardı, ağaç yaşken eğilir hesabı meditasyonu sokmaya çalıştı hayata, bizde durum vahim, q klavyeden f klavyeye geçmek gibi, kemal sunalın dört beş tane sevdiğim filmi var, sabahtan koysam diyorum akşama kadar, çeşitlilik, zenginlik, o bu şu siktiret, aklımın içinde üçyüzbin kişilik bir ordu, bunun eti var sütü var, şap da şart gibi geliyor yoksa yüzellibini götü kaybedecek orası kesin, sefer uzun, allahım götü kaybetsem iyileşir miyim, sadece evet de, sadece evet, kızılayın ortasında domalmayan namerttir, hatırlıyorum, ondört yaşındaydım, sigaraya yeni başlamıştım, kuzenle bi tavla oynardık balkonda, yüz el, işte o duygu paydos etti hayattan, naapcaz senem, senle gelmeliyiz yanyana, intihar düşüncesine bile sahip değilim, halbuki elimin altında olmalıydı, sorun şurda, tamamen fizyoloji, mastırbasyonla aşk orgazmına ulaşamıyosun, hatta bende şöyle oldu, istanbuldan döndüm, onbin metre bir cennet orgazmıyla, e bünye onu istiyor, hatunu düşünüyorum, züküm kalkmıyo, porno koyuyorum, bi miktar şehvetle gidiim son üç saniyede darbeyi aşkla vururum diye, pornoya da züküm kalkmıyor, kalp mi giriyor işin içine, ibnelik yapacağımı kalp mi söylüyor, sikimi kim kalbime bağladı laynnn, ve ben hep geç anlıyorum, aslında seksten özgürleştiğimi, hatun araya başka bi tarrağı reklam olarak aldı, bünye şehvete düştü, kölelik yeniden başladı, her seferinde daha dipten, daha günahkar, üç, beş, sekiz, günde sekiz defa orgazm olunur mu, penisime dokunuyorum, hep ateş gibi, tüm bunlara down sendromu eşlik ediyor, hatundan düzelteyim derken, hatun daha cicili bicilisini sokuyor, fizyoloji senem, başka bi şeyden bahsetmiyorum, ağrılarım var, uykusuzluk var, nefret bir çöküyor, gözlerimin altı morarıyor ve manidar bi durum, bana aşk güzelliği değil ama karanlık bir şehvet güzelliği veriyor, bazı kadınların da buna deli olduğunu anlayabiliyorum,,, ben sapıttıkça daha çok bakıyolar, bir garipsemeyle değil, onların topu benden daha manyak, ilgiyle bakıyorlar, ben de onlara bakıyorum, eskiden sadece güzellere bakardım, şimdi çirkinlere de bakıyorum, ne biliim onca günahıma karşılık bari egoları tatmin olsun diye, oluyor da, da ne oluyor, sırat köprüsü kaç milim genişleyecek böyle, kuşlara da bakıyorum, çiçeklere de (öylesine söylemiyorum, hayran hayran bakıyorum) bak diyorum tanrıya, senin bu atraksiyonlarına hayran hayran bakmak en büyük ibadet, beni cennetine almalısın aq, niye almıyosun aq, düşünsene dilini kessen ve bütün sözcükler de onla beraber kopup gitse, hayır aq, sözcükler beynime bağlı, sikim beynime bağlı, kim bağladı sikimi beynime laynnn, daha da yazabilirim, ama sanma ki teksin, bilimum sanal ortama bulaştım, her tarafa sanatımı dağıttım, içlerinden nadide aforizmalar çıkar, artık bunu seviyorum, bu nadideliğin sanal bir kirlilik içinde yokolmasını, şunu yapıyorum yani, bir leonardo vinciyim, bir mona da lisa yapıyorum sonra onu yakıyorum, güzel bi hikaye geldi aklıma, blogun karmaşasında bulamam, ama aklımda aktarayım, bir kızılderili çömlek çırağı ustasının en iyi eserini kırar ve kendi kiline katar, anladın sen onu, anladın sen beni, uyarıldın mı, uyarabildim mi seni, tepkini somut olarak alırım tepik olarak, lütfen soyut bir yanıt bekliyorum,,,

kÖKSAL

So So! (ing.)

sENEM

Muteber! (ar.)

kÖKSAL

,,,

—————————————

today,,, to day,,, (2 jul sezar 2011)

National geografic de “Yerlilerle Tanışın” ı izliyorum. Güney pasifikte balta girmemiş ormanlarda yaşayan (balta deyip geçme sözcük sikik amerikan medeniyetine dokunuyor..yaşamak deyip hiç geçme tanışmadığımız bir eylem olsa da..iyi ki uydu var be..çok üzüldüm kendi adıma şimdi..uymadu bana) bir grup yerliyi Birleşik Krallığa ve Amerikaya getiriyorlar.Adamların gözlerindeki dehşeti tarif edecek kadar kelime dağarcığım yok..belki sen deneyebilirsin.New York ta bir takside ilerlerken bizim (bizim adamımız o, sana benziyor, bana benziyor) yerli (az evvel sokaklarda yaşayan (homeless tabir edilen) bir amcayla konuşmuştu) şöyle diyor: “çalışıyorsan taksiye binersin ve kendine yemek alırsın, barınmak için para ödeyebilirsin.Eğer işin yoksa New York ta ölürsün” ağlayacaktı amcam benim bunları söylerken..sesi titredi…uzaklara baktı..gözbebeklerini gördüm ben..walla gördüm..kendi topraklarına bakıyordu..ormanına bakıyordu..gözleri o kadar uzaktaydı ki..bu bir cehennem diyordu..buradan gitmem lazım……………
 
sENEM
 
 
Android Paranoidken yazmıştım sana; android: Makinenin en vahşi yanılsamasıyla; Paranoid: Bilincin en vahşi yanılsaması,,, Hayattaki nadir (belki de çok bol) doğrularımdan biri sana sevgili olarak dokunmamak oldu, bazen bir dostluk için bir aşkı feda etmeye değer, sesini duydum ya, lagaluga etmezsem olmaz, beynimizin işleyişi aklıma geliyor, yakışıklı bir cümle etmiştim: akıl ikilikle kavrar, yürek teklikle,,, King Crimson’un çok sevdiğim bir şarkısı vardı, 21st century schizoidman, şu anda, şu zamanda, tarih milenmuymu bi gıdım geçmişken, hayatı en gerçeklerle kurgulamak bile gerçeğin dışına düşmek için yeterli, bi milyon Iraklı öldü vahim, aklımızda ise atari kaldı, ışıklı bağdat geceleri, kendi sınırını bilmeden, o sınırı geçemezsin,,, o kadar insan öldü, benim aklımda havai fişek gösterisi kaldı – a homosapiens
,,,
nasıl toparlayacağım bakayım, nevrotik çatışmalarımız azdıkça, bir insan klasiği olarak çatışkanların bir unsuruna takmaya çalışıyoruz altın madalyayı, barış çubuğu içmeye olan hasretimiz, hatta uzunca bir süre ara verdiğimiz için tütüne, o ilk içişlerin kafa yapması umudu, sukunet özlemi, dahası vaadedilen yitik cennet; netlik, berraklık, duruluk, yalınlık, sadelik,,, bir arkadaşım bir girdaba yakalanmış bir halde psikiyatriste gittiğinde, doktor ona şunu demiş (uzmanlara güvenmiyorum ama tamamen güvenmiyorum değil) dişin ağrıdığı zaman dişçiye gidip dişini çektirirsin, ama ruhunu çektiremezsin, öğrenmek zorundasın, şuraya geleceğim, bir sonraki sefere kadar kazanılmış zafer, yani kutuplardan birini muzaffer ilan etmek, bir tür keşiş kaçıntısı,,, keşişler genelde hayattan okkalı bir acı yemiş ve hayattan el ayak kesmiş tiplerdir, zaferleri mağlubiyetleridir, “sıfır”ı yadsıyarak, daimi bir “bir”in, bu hayatta da olmadığı için ötedünyaya havale edilen bir “bir”in düşü olur gerçeklikleri, ne kadar şizoid bir farkındalık olsa da, daha da cafcaflısı ne kadar quantum bir idrak olsa da, hayat hem farklı zamanlarda hem bir hem sıfır, hem aynı zamanlarda hem bir hem sıfır,,, itiraf edeyim; şahsi yenilgimin faturasını kültüre kesiyorum ve karşısında bir ideal doğa hali tasavvur ederek, kendi cehennemime bir cennet kapısı açıyorum, gerçek bir gözlem halinde ise ulaştığım sonuç; şahsi mutluluğum gerçekleştiğinde, kültür dünyasında da, doğa dünyasında da, taklalar hatta parendeler atabildiğim,,,
,,,
“personal” “com”puterlerin bize uluduğu şu; doğru yoktur, senin doğrun vardır, amaç yoktur, senin amacın vardır, mutluluk yoktur, senin mutluluğun vardır, bilinç yoktur, senin bilincin vardır, bir eder de eklenerek “sen”le yalnız bırakılmışsındır,,,
,,,
1’le ve 0’la yapılabilecekler; 10 (manidar, fantom on kaplan gücündeydi), 01 (manidar), 1000 (üç sıfır kullandın deme, hepsini toplasan yine sıfır), 1001 (manidar, ismin masal hali), 0 (en yetkili ve en yetkisiz eleman, tebaa kılıklı padişah, sENEM!!! senle ben karşı karşıyayız, sadece bu değil, dahası da var, bir düzü, bir de tersi var: padişah kılıklı tebaa), 1 (tek yetkili eleman), 1>0 (yanlış önerme), 1:)0 (doğrusu değil de sevimlisi, bir gariptir sıfır),,,
ke: bize kendini tanıtır mısın,,,
1: tabi!,,,
1: 1,0,,,
elma bombası; adem eliyle top işareti yapar; bak havva bu sıfır; ardından bir de FUCK çeker; bak bu da bir,,, 1001011101110101101100010011010100010101010001101011 vs. vb. zıplama egzersizleri yapıyorum, yakında “Ay”a zıplayacağım,,, seni seviyorum dost hatun— ke (kod adı; za19)
 
kÖKSAL
 
,,,
 

Read Full Post »

Rimbaud…

“Sonunda usumun düzensizliğini kutsal buldum.”

Arthur Rimbaud 

Read Full Post »

Gözlerin beni ilgilendiren tarafı, vücudun yaşlanmayan kısımları oluşlarıdır.

Diğer bir deyişle, eğer bir kişi diğer bir kişinin çocukluğunu görmek isterse, -vücuttaki bütün ihtiyarlamaya, adele sisteminin bozulmasına, saçların beyazlamasına, boy ve kilodaki değişime karşın- onun gözlerine bakarak bunu görebilir.

ke: bizim algıladığımız yaşlılık ise ironik bir biçimde gözün kenarlarıyla ilişkilidir,,,

Read Full Post »

“Çünkü bilgi ancak evrensel olana yönelmesi halinde iradesiz kalabilir; oysa istemenin objeleri her zaman münferit şeylerde bulunacaktır; bu sebepten ötürü hayvanların bilgisi tam anlamıyla bu münferit şeylerle sınırlıdır ve dolayısıyla akılları münhasıran iradelerinin hizmetinde kalır. Diğer yandan aklın evrensel olana bu eğilimi felsefe, şiir ve genel olarak sanat ve bilimlerdeki gerçek ve özgün başarılar için vazgeçilmez koşuldur.”

“Şiirin başarılarının felsefeninkiler üzerindeki bir diğer büyük üstünlüğü şiirsel eserlerin tümünün eş zamanlı olarak, biri diğerine engel olmaksızın, zarar vermeksizin var olabilmesidir; halbuki bir felsefi sistem tıpkı tahta çıkan bir Asya sultanı gibi kardeşlerinin tümünü öldürmeyi düşünmeksizin dünyaya zor gelir.”

“Şairin eseri okurdan kendisini eğlendiren ya da yücelten yazılar dizisinin (dünyası)na dahil olmaktan ve onlara birkaç saat ayırmaktan başka bir şey talep etmez. Halbuki filozofun eseri onun genel düşünce tarzında bir devrim yapmaya çalışır; o ondan bu sahada şimdiye dek öğrendiklerinin ve inandıklarının tümünün yanlış olduğunu kabul etmesini, bütün zaman ve emeğinin boş yere kaybolduğunu ilan etmesini ve her şeye tekrar baştan başlanmasını talep eder. En fazla, üzerinde temelini atmak için selefinden birkaç parçanın kalmasına izin verir.”

 

Read Full Post »

Gerçek yaşamda düşlenen yaşamdaki yorum özgürlüğü yoktur, o kadar hayalci ve sınırsız değildir… Ama dürtülerimiz uyanıkken bile gerginlikleri yorumlamaktan ve onların gereksinimleri doğrultusunda ‘ nedenlerini’ ortaya koymaktan başka birşey yapmadıklarını; uyanık olmakla düş görmek arasında önemli bir farkın olmadığını, çok değişik kültür düzeylerinin kıyaslanmasında bile uyanıkken yapılan yorum özgürlüğünün birinde özgürlük, diğerinde ise düş konusunda hiçbir ödün vermediğini; ahlaksal değerlerimizin ve değer yargılarımızın bizce bilinmeyen fizyolojik bir olayın sadece sembolleri ve hayalleri, bazı gerginliklerin ifade edilmesinde kullanılan bir çeşit alışılmış dil olduğunu; bizim sözde bilincimizin, bilinmeyen belki de bilinemeyen ama hissedilen bir konunun az ya da çok fantastik yorumu olduğunu da anlatmalı mıyım?…

Küçük bir olayı ele alalım… Birgün pazardan geçerken, birisinin bize güldüğünü fark ettiğimizi varsayalım… O anda içimizdeki herhangi bir dürtünün zirvede olması durumuna göre, bu olay bizim için herhangi bir anlama gelecek, ve ne tür bir insan olduğumuza bağlı olarak çok farklı bir olay olarak yorumlanacaktır… Birisi bunu bir yağmur damlası gibi kabul edecek, diğeri bir böcek gibi üzerinden silkeleyecek, biri bunun ticaretini yapmaya çalışacak, bir başkası gülünecek bir şey var mı diye üzerindeki elbiseyi kontrol edecek, bunun sonucu olarak bir diğeri gülünç olan üzerine düşünecek, birinin ise dünyanın neşesine ve mutluluğuna katkıda bulunmuş olmak hoşuna gidecektir… Bu ister kızma, ister mücadele, ister düşünme, isterse de hoşgörü dürtüsü olsun, her durumda dürtü bunlarla tatmin sağlayacaktır… Bu dürtü olaya kendi avıymış gibi sahip çıkacaktır… Peki niye özellikle o?… Çünkü o aç ve susuz pusuda beklemiştir…

Geçenlerde öğleden önce saat on birde bir adam gözümün önünde sanki yıldırım çarpmış gibi yere yığıldı… Çevredeki tüm kadınlar çığlık attılar… Bizzat ben onu ayağa kaldırıp, tekrar konuşana kadar başında bekledim… Bu olay sırasında yüzümdeki hiç bir kas hareket etmedi… Ne korku, ne merhamet, hiçbir şey hissetmedim… Aksine en akıllıca olanı ve yapılması gerekeni yaptım ve soğukkanlılıkla oradan uzaklaştım… Bana birgün önce, sabah on birde birisinin yanımda bu şekilde yere düşeceğinin bildirildiğini varsayalım… Bunun öncesinde her türlü eziyeti çeker, gece uyuyamaz ve belki de o önemli anda adama yardım edecek yerde, onun gibi ben de yere yığılırdım… Çünkü bu arada olası tüm dürtülerin, bu olayı düşünüp yorumlamak için zamanı olurdu…

Peki yaşadığımız olaylar nedir?…

Onların içerdiği anlamdan çok, bizim onlara yüklediğimiz anlamdır!…

Belki şöyle de denebilir mi?…

Aslında hiçbir anlamı yoktur… Yaşamak hayal etmek midir?…

Read Full Post »

Bir teoriye göre herhangi biri evrenin tam olarak ne işe yaradığını ve neden var olduğunu keşfederse, evren anında yok olacak ve yerini daha da tuhaf ve açıklanamaz bir şey alacaktır.
Başka bir teoriye göre ise bu çoktan olmuştur.
Douglas Adams

Ben bu teoriyi destekliyorum ve dinozorların yokoluşunu bir meteora değil sivri zekalı bir dinozora bağlıyorum, sivri zekalı bir maymunun elma! dediği ise pek çok kutsal metinde kayıtlı, newton’un ve einstein’ın bu kaydın izini sürdüğünü biliyoruz, E (elma!)= mc2,,,

foolozof hazretlerinden evren teorisi gelsin, içinde bulunduğumuz evrenin onüzeriyetmişsekiz atom barındırdığı söyleniyor, bu sabit sayı olabilecek en saçma şey, muhtemelen, sonsuz evren var, orda burda pırtlıyor ve her biri cürmü kadar yer yakıyor,,,

Read Full Post »

( gönül rahatlığıyla tatile çıkmak için özel bir yazı arıyordum, sadece bir insana dokunsa bile “gerçek bir hediye” olabilecek bir yazı, (bu konuda efsunluyum; “kaderim tesadüfen gerçekleşiyor!”,,, 

(Nietzsche’den gelsin:

 Hınç nedir bilmeyişim, hınç konusunda aydınlanışım, kim bilir bunda da uzun hastalığıma nasıl minnet borçluyum! Bu sorun öyle kolay değildir: İnsan onu hem güç içindeyken, hem de zayıflık içindeyken yaşamış olmalı. Hastalığa karşı genel olarak söylenecek bir şey varsa, o da hasta insanda asıl kurtulma içgüdüsünün, korunma ve savunma içgüdüsünün bozulmasıdır. İnsan hiçbir şeyden sıyıramaz kendini, hiçbir şeyle baş edemez, hiçbir şeyi geri çeviremez, her şey yaralar. İnsanlar, nesneler sırnaşıkça sokulur, yaşantılar pek derinden koyar adama; anı, irin toplayan bir yaradır. Hastanın elinde bir tek büyük ilaç vardır bunlara karşı: Rus Yazgıcılığı dediğim şey, o başkaldırmada bilmez yazgıcılık; bununla Rus askeri sefere artık dayanamaz olunca, karın içine uzanıverir. Bundan böyle hiçbir şeyi kabul etmemek, üstüne almamak, içine almamak, hiçbir tepki göstermemek… Ölme yürekliliği değildir bu her zaman; hayat için en tehlikeli koşullar altında hayatı koruyan bu yazgıcılıktaki büyük sağduyu, metabolizmanın azalmasında, yavaşlamasındadır; bir çeşit kış uykusu istemindedir. Bu mantıkla birkaç adım daha gittik mi, bir gömütün içinde haftalarca uyuyan Hind fakirine varırız… Tepki gösterdiğimiz an kendimizi çabucak tüketeceğimiz için, hiç tepki göstermemek: Budur işin mantığı. Hiçbir şey de insanı hınç duyguları gibi çabucak eritip bitirmez. Kızgınlık, hastalıklı alınganlık, öç almaya güçsüzlük, öç isteği, susuzluğu, her türlü ağu karma, bunlar bitkin insan için şüphesiz en zararlı tepki çeşitleridir: Sinir gücünün çabucak tükenişi, zararlı salgıların, örneğin midede safranın, hastalıklı bir artışıdır bunların sonucu. Hasta için hınç gerçekten yasak olan kötü olan şeydir; ne yazık ki doğal eğilimdir hem de. O derin fizyolog Buda kavramıştı bunu. Hristiyanlık gibi acınacak şeylerle karıştırmamak için, daha doğru olarak sağlık koruma diye adlandırmak gereken bu “din”in etkisi, hıncın yenilmesiyle elele olmuştur, iyileşme yolunda ilk adım. “Düşmanlık düşmanlıkla sona ermez; düşmanlık dostlukla sona erer”: Buda öğretisinin başlangıcında bu vardır; böyle konuşan töre değildir, fizyolojidir. Zayıflıktan doğan hıncın zararı zayıfın kendine dokunur en çok, tersine başlangıçta yaradılış zenginse, o zaman da gereksiz bir duygudur; onu alt edebilmek zenginliğin kanıtıdır nerdeyse.

(Ecco Homo—

Read Full Post »

Ancak gerçek’in sözünden çıkılmadığı zaman us yarar sağlar insana, bir soyluluk taşır;
gerçek’e ihanet eder etmez, gerçek saygısını bir yana bırakıp satın alınabilen ve
istenilen biçime sokulabilen bir nesne durumuna gelir gelmez us, şeytanın ta kendisi olup çıkar,
içgüdülerinin egemenliğindeki bir hayvandan daha da beter olur durumu, çünkü bir hayvanda
doğanın masumiyetinden az çok bir şeyler saklıdır.

hermann hesse—

Read Full Post »

Dünyanın ağırlığı
aşktır.
Yalnızlığın yükü
altında,
Hoşnutsuzluğun yükü
altında,
o ağırlık
taşıdımız o ağırlık
aşktır.

Kim öyle değil diyebilir?
Düşlerde
o ağrılık sürtünür
bedene,
düşüncelerde
bir mucize
yaratır,
hayalinde
kıvranır
insan olup
doğuncaya dek-
saydamlıkla yanıp tutuşan
yüreğinden bakınır-
çünkü yaşamın yükü
aşktır,

ama biz taşırız onu
yorgun argın,
dinlenmek zorundayız
artık
aşkın kucağında,
dinlenmeliyiz
kolları arasında aşkın.

Dinlenmek olmaz
aşk olmadan;
uyku yoktur
görülmezse
aşk rüyaları-
çıldırsan da, üşüsen de
kafandan çıkmasa da
meleklerle makineler,
son dilek
aşktır
-acı olamaz o,
inkar edemez
kendini tutamaz
inkar edilirse:

Öyle ağırdır ki yükü.
-vermek zorundadır
çünkü düşünceler gibi
geri çevrilemez de
verilir
yalnızlıkta
ölçüsüzlüğünün
mükemmelliğinde.

Sımsıcak gövdeler
birlikte ışıldadılar
karanlığın içinde,
el uzanır
bedenin
tam ortasına,
ten ürperir

mutlulukla
ve can sevinçle belirir
göze-

evet, evet
işte buydu
benim istediğim, 
hep isterdim bunu,
hep istedim bunu,
dönmek istedim
içinde doğduğum
bedene.

Allen Ginsberg

http://ostrojenengellenemez.blogspot.com/

Read Full Post »

Tanrı: Sen varlık ve yokluk arasına sıkışmış bir canlısın, ben bunun ötesiyim,,,

ke: Ou Ye!

Tanrı: 8,,,

ke: Ou Ye!

,,,

ke: elma!

Tanrı: Ou Ye!

Read Full Post »

Older Posts »