(23 yaşımdayken tuttuğum günlüğü karıştırdım biraz bu gece, protocols başlığı altında bir şeyler karalamışım, paylaşalım : )
protocols—
13.
Çölleri ormanlara çevirecek tohumlar eksem de
Elmastan zümrütten heykelimi diksem de
Zaman akacak, biliyorum, gelecek ölüm
Nafile şu feleği çemberinden siksem de
19.
Ya ben değişimsem
Ya ben de değişirsem
21.
Tarih tekerrürden ibaretse
Yaşam tereddütten ibarettir
22.
En sevdiğim içki: Lale likörü
(günlük de neler yok ki, elliye yakın insanla geçirilen upuk (uçukla kopuk arası) bir dönem, otuza yakın ev, erkin korayla geçirilmiş bir gece (kısaca anlatayım bari, oya diye bir kız davet etmişti, allah rahmet eylesin, bir aşk mevzuundan intihar etti, GOP’da şebnemlere gelmişti, akşamcı takılıyordu, bizse o ara ağır takılıyorduk, akineton (nam-ı diğer tonton) diye bir hap vardı, yüksek dozda alındığında filmi kopartıyordu, o işin piri de berkanttı, sahne aynen şöyle, berkant duvarda kapı varmış gibi direk duvara bodosluyor, bunu 3. defa tekrarladığında erkin koray cici hippilerin arasında olmadığına uyanıyor, biriniz artık şuna kapıyı göstersin diyor gülerek)
şöyle bitirmişim günlüğü:
BITTI COK UZGUNUM
(nedir benim su ingiliz kaleminden cektigim ya))
—
(oldrock dinlerdim o zamanlar, kahramanlarım gitaristler ve bateristlerdi, klasik rus edebiyatıyla ve hermann hesse’le daha önce tanışmıştım, bu günlüğün favorisi ise Umberto Eco’ydu, Gülün Adı ve Foucault Sarkacı’yla üstadın ellerini kırk defa öpmek gerek, her zaman ki gibi bir yere geleceğim, zaten bir yere gelmezsem olmaz, donar kalırım: albümler ve romanlar, şimdi ise track’ler ve kısa yazılar>düzden okursanız bir anlam çıkartamazsınız belki de ama benim gibi tersten okursanız, bir kitap ismine varırsınız çuvaldız tadında: Parçalanmış Hayat (Zygmunt Bauman)