Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği 4 – Milan Kundera’ Category

 Bir şeyler olacak gibiydi. Herkes yavaşlayıp arkaya doğru bakıyordu.

 Sona düşen Amerikalı kadın oyuncu bunun utancına dayanamayarak harekete geçmeye karar vermiş, yürüyüşün önüne doğru koşmaya başlamıştı. Sanki bir süre ötekilerle birlikte sallanarak gücünü harcamamış bir beş kilometre koşucusu birden fırlamış, rakiplerini bir bir geçmeye koyulmuştu.

 Erkekler, ünlü koşucunun zafer koşusunu bozmamak için mahcup gülümsemelerle yana çekildiler, ama kadınlar, “Geriye, sırana dön!” diye bağırdılar.

 Kadın oyuncu bana mısın demeden koşmayı sürdürdü, arkasından beş fotoğrafçı ve iki kameramandan oluşan bir ekip geliyordu.

 Ansızın bir Fransız kadın, bir dilbilim profesörü, oyuncuyu bileğinden kavradı ve (korkunç bir İngilizceyle) şunları söyledi: “Ölümcül hasta Kamboçyalıları iyileştirmeye giden doktorlar yararına gösteri yürüyüşü bu, film yıldızları için reklam kampanyası değil!”

 Kadın oyuncunun bileği dilbilim profesörünün pençesine hapsolmuştu, ne yapsa kurtaramazdı. “Allahın belası, ne yaptığını sanıyorsun sen?” dedi kadın oyuncu (kusursuz bir İngilizceyle). “Bunun gibi yüz tane yürüyüşe katıldım ben! Yıldızlar olmadan bir yere varamazsınız! Bu bizim işimiz! Ahlaki görevimiz!”

 “Merde”  (bok) dedi dilbilim profesörü (kusursuz bir Fransızcayla).

 Amerikalı kadın oyuncu anladı ve gözyaşlarına boğuldu. Bir fotoğrafçı, “Aman bozmayın lütfen!” diye bağırarak onun önünde diz çöktü. Gözyaşları yanaklarında yuvarlanırken kadın oyuncu fotoğrafçıların objektifine uzun uzun baktı.

 Sonunda, dilbilim profesörü Amerikalı kadın oyuncunun bileğini bıraktığında, kara sakallı ve beyaz bayraklı Alman pop şarkıcısı onu adıyla çağırdı.

 Amerikalı oyuncu onu tanımıyordu, ama bu kadar hakaretten sonra ilgiye her zamankinden daha çok açıktı; Alman şarkıcının yanına koştu. Şarkıcı bayrak sırığını sol eline geçirdi ve sağ kolunu Amerikalı oyuncunun omzuna doladı.

 Hemen o an yeni fotoğrafçılar ve kameramanlar sardı çevrelerini. Her ikisinin yüzünü ve ayrıca çok uzun olan bayrak sırığını aynı kareye sığdırmakta zorluk çeken ünlü bir Amerikalı fotoğrafçı, bir iki adım geriye gideyim derken bir pirinç tarlasına girdi. Rastlantıya bakın ki mayına bastı. Bir patlama oldu ve paramparça olan bedeni havada uçarken Avrupalı aydınlar bir kan duşu aldılar.

 Şarkıcı ve oyuncu öylesine dehşet içindeydiler ki, yerlerinden kıpırdayamadılar. Gözlerini kaldırıp bayrağa baktılar. Kanla lekelenmişti bayrak. Yeniden dehşete düştüler. Sonra ürkekçe yeniden yukarıya, bayrağa çevirdiler bakışlarını ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Garip bir gururla, önceden hiç tanımadıkları bir gururla doluydular; taşıdıkları bayrak kanla kutsanmıştı. Yürüyüşe yeniden katıldılar.

Read Full Post »