Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Mayıs 2010

Satürn…

Satürn Güneş Sisteminin güneşten yakınlık sırasına göre 6. gezegenidir. Türkçesi Sekendizdir. Büyüklük açısından Jüpiter’den sonra ikinci sırada gelir. Adını Roma’nın tarım tanrısı Saturnus’tan alır. Arapça kökenli Zühal adı Türkçe’de giderek daha az kullanılmaktadır.

Read Full Post »

Autonoid…

autonoid; nereye gidersem gideyim kendimi izliyordum, ama geçen gün durumun vehametini anladım, (bu arada adım köksal, birazdan konuyla ilgisi olacak), otuzyıllık kankam, kuzenimle telefonla konuşuyodum, konuşmanın ortasında ona nasıl hitap ettim dersiniz;;; köksal dedim lan, ona köksal dedim;;; yemin ediyorum utanıyorum, bir diyaloğun içinde bile bunu yapıyorsam gerisini siz düşünün artık, ruhumu da dışarıya doğru açmaya çabalıyorum sözüm ona, naapalım bari, durumdan vazife çıkaralım, demek gül gibi açmadan önce bir gonca hali yaşıyorum şu aralar, şimdilik seyrediniz beni, koklamayınız : )

Read Full Post »

Aylak…

Aylak

Bir vaadim yok…
Bir sözüm ya da beklentim de.

Burdayım…
Duruyorum…
Gelene geçene bakıyorum.

Keyfim yoksa ben de yokum.
Keyfim kaçarsa ben de kaçarım.

Yine de üzmek istemem kimseyi…
Kimse de üzmesin beni.

Evet…
Aylak tekne felsefesi biraz…
Ama sayısız aylak tekne var bildiğim…
Okyanuslara yelken açıp da
Ömür boyu kalan sığındıkları limanda.

http://vtolgahanci.blogspot.com/

Read Full Post »

cüceler üflemişti ruhumun çürüklerine
yeşiline moruna
yaralarıma
incelmişti tenim
saydam bir zarken
kurumuştu zırhım
tırnakladılar beni prensesler

belkisi bile yoktu
buydu kader
insafsız bir çocuk gibi
oyuncağımı kıran bir tanrım vardı

içimde boğum boğumdu susmanın acısı
nefes almak istemiştim gömüldüğüm kumda
öfkemin yalnızında tek bir ışık
en derinde
en dipte
zamanın yüreği donmuştu
fısıldadı birşey kulağıma

öksüz bir çocuksun sen dedi

teslim ol kalabalığa

birdenbire geldin sen
artık yeşiller zümrütte dedin

kırmızıda güller gülüşler var korkma
yalnızca yarada değil mor
menekşede leylakta
yağmurun göz kırpmasında

bak beyaza
narin kuğunun boynunda şefkat
gör dedin dünyayı

ellerin birdenbire dokundu bana
gel dedin , geldim
önce sen gördün beni
gizli saklı tenha kozamda
öptün öptün canım
hiç ama hiçbir gün

incitmedi sevgin

papillon

Read Full Post »

Sana seyahat ve cinsel içerikli bir şey öneriyorum; Siktir Git!

bir de tersini öneriyorum; Siktir Gel!

bilirim sizi kuantum takılırsınız şu aralar, nihai moda, hem birsiniz, hem sıfırsınız aynı anda, demek ki 1=2, 0=2, ikiyüzlü olmayın artık, modası geçti, sıfıryüzlü olun, ikikişilikli de olmayın, sıfırkişilikli olun, bunda duymak isteyen kulaklar için derin bir nasihat var, kişiliğiniz dediğiniz şey komik bir aldatmaca, otoaldatış, bir de bu yüzden kaygı üretir durursunuz, bir falso yapar bir insan, tüm trusoları güme gider, falsosuyla anılır, başıma gelmiştir, 20 yaşımda yaptığım bir şeyle anılırım, birikintiler, dereler, göller, ırmaklar, denizler, okyanuslarla değil de damlalarla anılmak gibi bir şey bu,,,

niye insanlar bu kadar sabit kafalı, aynı derede iki kere yıkanılmayacağını bilmezler mi,,,

tersi de doğrudur, insanlar değişime ayak direrler,

bir şeyin hem tersi hem düzü doğruysa, daha iyi bir tanım yapmak gerekebilir, insan gençken değişime açıktır, yaşlandıkça muhafazakarlaşır,,,

sanırım tarihin hiç bir dönemi, gençlikleri bu kadar uzayan insanlara tanık olmamıştır, 34 yaşında bir kadın arkadaşım kendine kız derken, annem 12 yaşındayken 2 kız kardeşini ve üç ineği alıp yalnız başına yaylaya çıkabiliyordu,,,

şimdinin kentli-eğitimli aile yapısı için çocukerkil aile deniyor, aşırı ve endişeli bir ilgi var böyle ailelerde, annem ondokuz yaşındayken iki çocuk sahibiydi, bizler sokaklarda oynayan çocuklardık ve annemle bugünün annelerini karşılaştırınca şöyle bir sonuca varıyorum, annemin anneliği üçmilyar yıl yaşındaki beynine daha çok prim veriyordu, şimdinin anneleri ise, kendilerini aşırı sorumluluğa boğmuş durumdalar, daha doğrusu, anne-çocuk ilişkisi doğal olandan, kitabi bir sorumluluğa kayıyor, tek çocukluluğun da yaygın olduğu bu ailelerdeki çocukların geleceklerini çok merak ediyorum, hayat karşısında daha aciz bir konumda da bulabilirler kendilerini, tatminsiz devasa egolara da dönüşebilirler, olgunlaşmalarının daha geç yaşlarda vuku bulacağına eminim,,,

nokta nokta geveliyorum bugün, şu üçmilyar yıl fikri hoşuma gitti, bir sorunla karşı karşıya kaldığınızda aklınıza bu gelsin, çünkü siz üçmilyaryıl yaşındasınız, her şeyi akla-mantığa sığdırmaya çalışmayın, akıl ve mantık, hayatın güvenli ama yavan gerçekliklerine ulaştırır sizi, anlam, mantıktan geniştir, sevgi içinde olan insanlar anlam bile aramazlar, zaten ona sahiptirler, sevgi içindeyken, sessizlik bile en tatlı şarkıları söyler,,,

ebedi gençlere:

değişebilmeliyiz, dönüşebilmeliyiz, mesela tahakkümün kendini dert edinmeyip, tahakküm kurmak üzerine oturan bir devrim anlayışı sakattır, ve kendinde bu devrimi yapamayan, yani kendi üzerindeki tahakkümünü (egosunu) kıramayan kişi başka devrimlerle uğraşmasın, evet o ters bir şeyin farkına varmıştır, bunu yıkabilir de, ama o bir sanatçı olamayacaktır, yeni şeyi yaratamayacaktır, ya eskisini boyayacak, ya da farklı isimlendirilmiş bir benzerini kuracaktır, şu reçete, manifesto işinden de vazgeçmek lazım, elinde bir reçete varsa tarihi yaparsın, ama hayat her zaman reçetelerden kaçma eğilimindedir , ( elimizdeki ilaçların çoğu buna sosyalizm de dahil, hastalığı tedavi etmez, sendromları giderir) bunu anlarsan tarihi yaratırsın, modern dönem bir anlamda can çekişiyor ve artık dünyamızın ihtiyacı olan şey sanırım mühendisler değil, sanatçılar,,,

radikal görüş topun ağzına topyekün uygarlığı yerleştirmiş durumda, ve tabi ki onun çağcıl görünümü olan endüstriyel uygarlığı; sistemi çökertmek için onun candamarlarını kesmeyi öneren görüşler var, elektrik endüstrisi, bilgisayar endüstrisi ya da biyo-politikayı,,,

ancak bir kere elmayı ısırmış olan ademin, tersinmez bir gidiş içinde olduğunu düşünüyorum, ilkel insanla uygar insan karşılaştırılıyor ve ilkel insanın doğayla, doğasıyla uyumu konusunda uygar insandan ileri olduğu düşünceleri mevcut, ancak beri taraftan, insanın evriminde gelinen nokta  genel olarak evrimde bir sıçrama ya da kırılma noktasını ifade ediyor olabilir, insanın genlere müdahalesi, evrimin bilinçle kendi mekanizmasını kurmasını ifade ediyor olabilir ki, muhtemel sonuçları bir yana, kritik bir an olduğu ortada,,,

ama şu da kulağa hoş geliyor, pek çoğumuz çok erken yaşlarda diş problemleri yaşarken, ilkeller dişleriyle çivi büküyorlarmış, ayla dansedip, jüpiterin beş uydusunu çıplak gözle görebiliyorlarmış, feministler için de şunu söyleyeyim, kadınların eşlerini seçme ve değiştirme özgürlükleri daha fazlaymış,,, bizler hayatı daha ayrıntılı tanımlayabiliyoruz da, hayatı derinlemesine hissedebiliyor muyuz, modern insan refah dolayımlı, post-modern insan haz dolayımlı bir özgürlük perspektifine sahipken, hiçbir dolayıma ihtiyacı olmayan sevgiyle doğrudan özgürlüğü yaşayamamak sanırım ödediğimiz en pahalı bedel,,,

marxizm kanımca son büyük dindi, dinlerin insan hayatında vazgeçilmez bir yerleri var, insan dinle, ölümü anlamlandırmak, bunun için de yaşamı anlamlandırmak imkanına kavuşuyor, doğru bir biçimde ölmek için, doğru bir biçimde yaşamayı tanımlamak istiyor, devrim ve ütopya da yaşamı yaşamın ötesine çekebiliyordu, komünizm bir ‘insanlık’ düşüne sahipti, çoğu insan bu düşü yitirdi, bu düş üretim ilişkileri mantığında boğuldu, oysa bir düşü düş yapan şey, meta-mantıksal olmasıdır, çoğu insanın kişisel gelişim kitaplarına sardırmalarının temelinde, din duygularını tatmin edememiş olmak yatar, daldan dala küçük bir öneri vereyim, madem çoğunuz kendinize hapsoldunuz, kendinizle uğraşmayın, kendinizle ilgilenin, kendinizi beğenmeyin, kendinizi sevin,,,

özetle şunu söylemek istiyorum, tüm bu akıl oyunları, modernite, çözdüğü sorundan çok problem yaratıyor, biz halimizde de, ben halimizde de radikal bir dönüşüm gerekecek,,,

ey insan,,,

bir siktir git

bir siktir gel

ama en çok da

bir siktir dur bakalım,,,

Read Full Post »

“Artık hiçbir şey istememek. Bekleyecek bir
şey kalmayana kadar beklemek. Avare dolaşmak, uyumak. Kalabalıkların,
sokakların seni sürüklemesine seyirci kalmak. Su oluklarını,
parmaklıkları, kıyılar boyunca akan suyu izlemek. Rıhtımlar boyunca
gitmek, duvarların dibinden yürümek. Zaman kaybetmek. Tüm tasarılardan,
…sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri
olmak.

Önünde, zamanlar
boyunca, kıpırtısız, bunalımsız, kargaşasız bir yaşam olacak: ne bir
pürüz, ne bir dengesizlik. Dakikadan dakikaya, saatten saate, günden
güne, mevsimden mevsime, hiç bitmeyecek olan bir şey başlayacak:
bitkisel yaşamın, iptal edilmiş yaşamın.” G.perec

Read Full Post »

Fark…

Biri geliyor, sen farklısın diyor. Benim farklı olduğuma da diğerlerine karar verdiği gibi o karar veriyor. Bana güzel bir şey söylemiş olmanın gururu yayılıyor yüzünde perde perde. Görüyorum. Bundan mutlu olmam gerektiğini düşünüyor. Onun nazarında farklı olmak dünyanın en güzel şeyi olmalı. Değil. Dünyanın belki en küçültücü şeyi. Onun beni istediği yere koymasını izlemek dayanılmaz. Yine de susuyorum. Anlatmayı deneyip hüsrana uğrayışlarımı anıyorum bir bir. Kibarca teşekkür ediyorum bazen kendimi zorlayıp. Oysa demek istiyorum ki: Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Hiç sanmıyorum. Sus lütfen, o zaman.

http://denklem.tumblr.com/

Yanımdaydı, susmuştu, sessizliğe alışık değildim, sebebini bilmiyordum ama sessizlik beni rahatsız ederdi, belki de sebebini biliyordum, zamandan ve ölümden korkumdu bu durumu yaratan,

bana hiç bir zaman seni seviyorum demedi, beni sevdiğini buradan anlamıştım,

herkes farklıdır zaten ve herkes aynıdır,

bizim insan olarak yaptığımız hata belki de şudur, bir dünyanın içindeyken, karşıt bir dünya yaratarak, o dünyayı küçük görmek, belki de bu kendi dünyamızı büyütme çabasıdır, ya da dünyamızın başka dünyalarla kıyaslanma korkusu, bir tek hayat yaşarken olabilecek en iyi dünyada yaşayamamak ağır bir yüktür,

—oysa sadece farklı dünyalar vardır, sessizliğin ayrı dünyası, sözcüklerin ayrı dünyası, kadınların ayrı dünyası, aşkın ayrı dünyası, çiçeklerin ve çocukların ayrı dünyası, mesleklerin ayrı dünyası, denizlerin ve yıldızların ayrı dünyası, ne yazık ki çoğumuz çoğu dünya karşısında kendimizi uzaylı konumunda buluruz, ve bir insan hiç bir dünyaya ait değilse derin bir yadsıma duygusu geliştirebiliyor—

karışık konuşuyorum ve kırışık— hayatımızı da elbiselerimizi ütüler gibi ütüleme eğilimindeyiz—

bir kelebe

ğin, bir çiçeğin kulağına şunu fısıldadığını duydum: Senin kanatların da çok güzel!

elde var sıfır dedim, sonra aklıma şu geldi, sıfır en son bulunmuş, en değerli sayıydı, tüm rakamlar nihai anlamlarını sıfır bulunduktan sonra kazandılar,,,

hep düzyazı yazamam, tersyazı da yazmalıyım arada bir, bir aşağılama sözü gelsin bakalım içimdeki deli imparatordan, sikimle onun gibi kırk adam boyarım,,,

Read Full Post »

ben hidrojenin tanrı olduğunu düşünüyorum,,,

içinde sonsuz potansiyel var,,,

ve sonsuzluk çiçek açıp duruyor,,,

bizler tanrının çiçekleriyiz : )

Read Full Post »

Tanrı yoktur diyecek kadar yakından gördüm tanrıyı;

Din feylosofidir diyecek kadar dindar,
Aşk yalandır diyecek kadar aşık oldum!
Sıfırdan tanıyacak kadar kendimi, kaybettim benliğimi.
Hiçbir şey bilmediğimi ve bilemeyeceğimi anlayacak kadar
Çok şey öğrendim…
hvarnah—

Read Full Post »

Yalan…

“Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyaların bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile… Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan…”

dokuzuncu hariciye koğuşu—

http://wereyda.blogspot.com/

Read Full Post »

Older Posts »