Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for the ‘Denizin Kıyısında Bir Yuva’ Category

Denizin Kıyısında Bir Yuva

Bir zamanlar, Adem ve ailesi, denize akan bir nehrin kenarında kendilerine bir yurt kurdular ve Adem, oğlunu alarak bir yaban domuzunun izini takip etmeye başladı. İzler yoğun çalılıkların altında kaybolduğunda, Habil çalıların çevresinden dolandı ve orada, nehrin kıyısında domuzun izlerini yeniden gördü. Domuz, büyük olasılıkla nehri geçmişti. Habil, babasını nehrin karşısına yönlendirdi; burada domuzun izlerini yeniden bulacağını umuyordu. Oysa nehrin kıyıları o kadar taşlıydı ki, domuzun oradan geçtiğini gösteren hiçbir ize rastlayamadı.

Habil, oradan oraya koşturup, iç bölgelerde yaban domuzunun izini ararken, Adem sırtını bir ağaca dayayarak oturdu ve oğlunu izledi. Adem, oğlunun yaban domuzunun izini bulmasını beklerken, oturduğu ağacın yanından geçen sayısız karıncanın tozun toprağın içinde kendilerine yol oluşturmalarını izleyerek vakit geçirdi.

Habil, kısa bir süre sonra, kaybettiği izi yeniden bulamamanın neden olduğu hayal kırıklığı ve öfke içinde babasının oturduğu yere geldi ve sabırsız bir şekilde ona baktı. Adem oğluna aldırmadan karıncaların yolunun üzerine bir yaprak koydu ve birkaç karınca, yaprağın üzerine tırmandığında yaprağı yerden
alıp bu kez karıncaların yollarından uzakta bir yere koydu. Karıncalar akılları karışmış bir şekilde yaprağın üzerine kümelendiler ve çılgınlar gibi dört bir yana gidip gelerek gizemli bir şekilde ortadan kayboluveren
arkadaşlarını aradılar.

Habil, daha fazla sabredemedi ve “Peşinde olduğumuz domuz bizden gittikçe uzaklaşırken sen nasıl oluyor da bu aptal karıncalarla oynayabiliyorsun?” diye sordu.

Adem güldü ve “Bu aptal karıncalar sana, kayıp bir izi bulmanın yolunu öğretiyorlardı,” diye yanıt verdi. “Fakat sen izleyemeyecek kadar öfkeli olduğun için sana gösterdikleri şeyi göremedin ve karıncalar çoktan yollarını bulup yeniden gidecekleri yere doğru ilerlemeye başladılar. Şimdi dikkatle izle sana bir kez daha göstereceğim.”

Adem bu kez bir tek karınca alarak onu karıncaların yolunun dışında bir yere bıraktı.

Habil izlemeyi sürdürürken, biraz önce karıncanın sanki karmakarışık ve çılgıncaymış gibi görünen hareketlerinin aslında bir amacının ve bir yönteminin olduğunu fark etti. Karınca bir süre boyunca düz bir çizgi boyunca ilerledi, ardından durdu ve bir kavis çizerek geriye, başladığı noktaya döndü. Bu kez, biraz önceki yönün tam aksi yöne doğru hareket ederek bir diğer kavis çizdi. Bu şekilde, düz bir hat boyunca ilerleyen karıncaların izleriyle kesişinceye kadar çizdiği kavislerin çapını büyüterek aramalarını sürdürdü. Bu sayede kayıp işçi karınca, tek bir adım bile kaybetmeden karınca sırasının arasındaki yerini aldı.

Adem, oğluna, “Nehiri kendine temel alarak araştırmalarını buna göre yap,” dedi. “Önce nehirin yukarısından aşağısına doğru ilerleyen küçük bir kavis çizerek başla. Başladığın noktaya ulaştığında bu kez çizdiğin kavisi bir kez daha büyüterek yine nehrin yukarısından aşağısına doğru bir kavis çiz. Er ya da geç senin yolunla yaban domuzunun yolu yeniden kesişecektir.”

Kendilerine karıncaları örnek alan Adem ve Habil, kısa bir süre sonra yaban domuzunun izini buldular ve yeniden avlarının peşine düştüler. İzler denize ve denizin kenarındaki daha açık alanlara doğru ilerliyordu. Bu sayede Adem ve Habil kaybettikleri zamanı hızla geri kazandılar ve yaban domuzu ile aralarındaki mesafeyi kapattılar. Silahlarını kontrol ettikten sonra hızlarını biraz daha artırdılar. Fakat silahlarını kullanma fırsatı bulamadan, kendilerini deniz kıyısında, peşinde oldukları hayvanın sakin sakin yüzerek uzaklaşmasını izlerken buldular.

Adem, “İşte bak böyle bir şeyi daha önceden hiç görmemiştim,” derken, Habil, “Peşinden gitmiyor muyuz?” diyordu.

Adem başını salladı. “Onu suyun içinde asla yakalayamazsın. Bu durumda da elbette onu takip etmemizin bir anlamı kalmıyor.” Fakat Habil, saatlerdir peşinde oldukları yaban domuzunu kaybetmeye hiç istekli değildi ve bu nedenle telaş içinde denize doğru ilerlemeye başladı.

Adem, kıyıya oturup oğlunun yaptıklarını gülerek izledi. Fakat fazla bir zaman geçmemişti ki Adem, oğlunun kıyıdan yüz metre kadar ileride imdat çığlıkları attığını duydu. Oğlunun sesinin geldiği tarafa doğru baktığında, Habil’in göğsüne kadar gelen suyun içinde durduğunu gördü.

“Sorun ne?” diye bağırdı oğluna.

Habil, “Kıpırdayamıyorum!” diye yanıt verdi bağırarak. “Akıntı beni açıklara doğru sürüklüyor!”

Adem, oğlunun bulunduğu yere doğru güçlükle ilerlemeye çalışırken suyun altındaki bacaklarını güçlü bir şekilde iten akıntıyı hissediyordu. Habil’in yanına ulaşmayı başardığında, “İkimiz de doğanın güçleri tarafından esir alındık,” dedi. “Mücadele etmeye çalışıp boğulalım mı yoksa burada durup açlıktan ölelim mi?”

Habil, “Ne yapacağımı bilemedim,” diye yanıt verdi. “Eğer kendimi akıntıya bırakırsam denizin açıklarına sürükleneceğimi düşündüm.”

“Gerçekten de açıklara sürüklenirdin,” dedi Adem. “Sana, hemen hemen her zaman doğanın güçlerinin yanı sıra hareket etmemizi sağlayacak bir yol olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Fakat bu, tıpkı rüzgârda savrulan bir yaprak gibi yaşamını doğanın güçlerine teslim etmen gerektiği anlamına gelmiyor. Aynı zamanda dona kalıp doğanın güçlerinin seninle ne yapmak istiyorlarsa onu yapmalarına izin vermen gerektiği anlamına da gelmiyor.”

Ardından oğluna, “Nereye gitmek istiyordun?” diye sordu.

“Kıyıya doğru,” diye yanıt verdi Habil.

“Kıyıya doğru gitmeyi denedin mi peki? Bana nasıl yaptığını göster.”

Habil suyun içinde ileriye gidecekmiş gibi bir hamle yaptı ama, “Ayağımı kaldırmaya korkuyorum,” dedi. “Eğer ayağımı yere sağlam basamazsam sürüklenebilirim.”

Adem düşünceli düşünceli başını salladı. “Tam olarak sana yapmamanı söylediğim şeyi yapıyorsun. Doğrudan doğruya suyun akış yönünün aksine hareket ediyorsun; ona sanki bir düşmanmış gibi vahşice saldırmaya çalışıyorsun. Bugün çalılıkların arasında yaban domuzunun izlerini kaybettiğinde o engele doğrudan doğruya saldırmadın. Kendini çalılıkların arasına atmadın; içinden geçmesi son derece dertli olan bir alanın içinden geçmeye çalışmanın çok saçma olduğunu anladığın için, yalnızca önüne çıktı diye o çalıların içinden geçmeye kalkmayıp çevresinden dolandın. O çalıların yakınlarında bir yerlerde geçilmez alanın bir yanından diğer yanına geçmeni sağlayacak, rahatlıkla geçilebilecek bir geçit olmalıydı; böyle düşünerek bu geçidi aradın. İçinden geçilmez çalılarla karşılaştığında kullandığın duyguyu burada da kullan.”

Habil, Birkaç dakika düşündükten sonra sahile paralel bir şekilde yürümeye başladı ve Adem de onu izledi. Birkaç yüz metre sonra dipteki akıntının zayıfladığını fark ettiler ve bunun üzerine acele etmeden, adım adım kuru topraklara doğru yaklaşmaya başladılar.

Yurtlarına döndüklerinde Habil, babasına, yaban domuzunun denize sürüklendiğini düşünüp düşünmediğini sordu.

“Sürüklenmiş olabilir,” dedi Adem. “Ama seni denize sürükleyen aynı nedenle sürüklenmemiştir. Bir yaban domuzu dip akıntısına doğrudan karşı koymaya kalkışmayacaktır; çünkü dip akıntısını onu yok edecek bir düşman olarak asla görmeyecektir. Tıpkı diğer engellerle karşılaştığında yaptığı gibi onun da çevresinden dolaşacaktır. Yine de, denize sürüklenmiş olabilir.”

Biraz zaman geçmişti ki Adem, sözlerine birkaç şey daha ekledi: “Bazen, hayatta kalabilmek için doğanın güçleriyle birlikte hareket etmekten başka bir çaren yoktur; aksi takdirde yolun bir anda tıkanabilir. İşte o zaman, tıpkı kendini o tepelerde soğuğa açtığın gibi bu kez de ölüme açman gerekir. Bu deneyimin ardından, eğer hayatta kalmayı başarırsan, nasıl ki bir daha soğuktan hiç korkmayacaksan, ölümden de korkmazsın.

http://yabanil.net/

Read Full Post »