Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Ekim 2008

 

 

 

OKTAY RİFAT

Bir “Misafir olmayan deniz”li. *

Herkes gibi bir çocuk. Çöl manzaralarını, balıkları (balıkların gözlerini kırpmadan uyuduklarını daha o zamandan biliyordur), otları, dağ keçilerini, bisikletli kızları sevdi.

Koca yazlarda evlerinin önünde oynadı. Kelebekler, midye­ler, bilyalar topladı .

Sakallı bir çocukken çığrından çıkmış ne kadar kuş varsa bir solukta hepsine öykünürdü.

Bir Simyacı.

Eli bir ağaca değse, ağaç birden en çok ağaç.

Adı Ephesos’un su kemerlerinde bulundu.

Sevdiklerinin elyazılarında seslerini duydu.

Avukat iken suçlara Homeros’da, Hammer’de, Bedrettin’de gerekçeler aradı. **

Şiirlerini dilin yerçekimine karşı yazdı. İmge onda bu yüzden onun adına konuşur.


Şiirin korkunç çocuğu.

Sözcüklere bir pul meraklısı titizliğiyle eğildi. (Hepimizden önce dilin sınırlarının dünyanın sınırları olduğunu buldu.)

Böylece dünyayı evi gibi kullanmaya başladı. Üç güzel adamdan biri. Bir Prens.

Yatağı bilinç altında hep serili durur.

Uzun boylu, kara bıyıklıydı.

Leonardo da Vinci gibi güzel bir gençliği vardı. Güzel elbiseler giyer, güzel konuşurdu.

Saçlarını hep bıraktı, hiç el sürdürmedi. (Kuşlar tarasın diye.)

Gençliğinde Gerçeküstücülerin İstanbul kanadındandı. Ama Niğdeli bir yaprakla giderdi gittiği yere.

Görmüş geçirmiş bir dip su. (Aşklar, avarelikler, çobanıl şiirler, bir cigara içimi geceler, denize doğru konuşmalar. .. )

Hepsi, hepsi yaşayıp ölmek için.

Bir altın çağlı. “Poeta pirata est.” mı diyordur? ***

Tarihsel bir gri. ****

Şiiri?

Bir yurttaşlık kitabı.

* Pontus euxinus. Trabzon’da, o yalnız suda doğmaz mı? Öyleyse, dip oda­lar, kapalı gökler, kurşun askerler…
** Dünya da Galilei’yi doğrulamak için dönmüyor mu?
*** Şair korsandır.
**** Karartma günlerinde hep yanımızda oldu.

Sunu

1988’de, ölümü işbaşında, kapısının önünde karşıladı. O bildiğimiz tavrını koydu.

“Sözüm bitti, yola koyulabilirim artık.” mı diyordu?

Öyle olacak. Dünyanın yaşamından bir dakika geçiyordu, onu gördü!

– O gün, Üsküdar’dan hiç gökyüzüne baktınız mı?

 

 

GÜZEL DEVEDİKENİ
 
Bir yüz. Turgut Uyar. Güzel devedikeni.
 
Bir Edirnekapılı.* Öyleyse, fukara, umarsız bir sokak: Vaiz Sokak. Numara 70.
 
At pazarları, bahçe kahveleri, develer ve yeşil, soluk tramvay vagonları: Hep bu fakir sokak için.
 
Bir çocuk, içli, kırılgan. Daha o zamandan “Ben sıkıntıyım!”  diyordur.**
 
Tanaş Usta, oğlu Toma; Kömürcü Eda Hanım. Ve Bakkal Topal Halit (Bu Topal Halit her gün Karagümrükle gidip saçla­rını taratır.) ilk yüzler.

 
 
 
 
(*) Böyle de diyebiliriz. Değil mi ki bir Edirnekapılı güzelliği vardır.
(**) Bir posta arabasına mı benzetiyordur kendini?
 
******
 
 
 
  Artık uzun bir yolculuğa hazırdır yüzü. Bütün büyük küçük kentler
Ve Posof.
Çünkü şiir dağlardan Zanerhev köyüne inmiştir. Ceketi ve atın dizginleri yağmur altındadır.
Posof’daki bir fotoğrafta uzanmış kendi yüzünü öpüyordur.*
Bir yaya. ** “Bütün mümkünlerin kıyısında!”
 
 
 
 
(*) Bir ev çünkü durup dururken ovaya özeniyordur.
(**) Sanki kırlardan şiir gezintilerinden dönüyordur.
 
 
*******
 
 
 
Bir baba,  ağırbaşlı, saygılı. Hep at, hep atın üstünde (bu ses­sİz, dikkatli babanın elini tutarak yürüyecektir.)*
 
Ankara’da mı doğar bu çocuk? Demek ki bronz bir gök.**
 
İlk sorduğu soru: “Meksika’ya hiç yağmur yağmaz mı?”
 
İlk kitap: Jules Verne.
 
İlk sigara: Hanımeli.
 
İlk gördüğü ağaç : Çitlembik. (Elinde bıçak soğan soyuyor­dur.)***
 
 
(*) Atından indiğinde kendi kendine ut çalacak, Latin harfleriyle de Anka­ra’nın ilk sokak tabelalarını yazacaktır.
(**) Bu bronz gök hiç eksilmeyecek, hep yazılacaktır.
(***) Değil mi ki her şeyden bir şey kalıyordur.
 
 
**********
 
 
 
 
Bir bilge, doğadaki nesnelerin sayılarını, ağırlık ölçülerini bul­muştur.
 
Adı, bir beyazlık. * Sığınak kendine. Kendi külüne.
 
Sözcükleri ana rahminin sözcükleri. Hep evetle hayır arasında gidip gelecektir. **
 
Dili, acının tarihi. Bir tanıklık, çağına.
 
Anladınız oturunca niçin ölümü yanına alır oturur, kalkınca niçin birlikte kalkarlar.
 
 
(*) Biraz önce sanki yağmur yağmıştır.
(**) Bunun için midir sözcükler onda bir ilçe üzüncü taşırlar?

 
 
********
 
 
Sunu
 
Bir gün lambasını söndürdüğünde : “Şiir korumaz. Her şeye karşı bir aykırılıktır!”  dedi.
Ve suçlu bir deniz gibi ekledi: “Hızla gelişecek kalbimiz!”
Böyle dedi ve çekildi.
Şimdi lambası, Büyük Saat’ ı, bütün çocukların ezberinde.
 

* * *

 

Read Full Post »

Amin Maalouf: Doğunun Limanları –

 

 

Hayattan bıkan, eşine ve kızına kavuşamayan ve deli diye nitelendirilen İsyan, intihar etmek ister fakat arkadaşı Labo buna engel olur. Labo, şu sözleriyle İsyan’ı hayata bağlar:

“Ölüme son çare olarak bakmalısın. Hiç kimsenin seni alıkoyamayacağını bil. Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut; sonuna kadar.

Diyelim ki gece bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu bilirsin ve kurtulmak için başını biraz oynatman yeter. Her şey daha basit, daha dayanılır hâle gelir ve bir bakarsın en korktuğun şeyden zevk alır olmuşsun. Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa, en yakınların çirkin maskeler takmışsa…

Hayat budur de, ikinci kez çağrılacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatmaca oyunu, maskeler oyunu. Onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak, ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın. “Son Kurtuluş Çaresi” yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu için, bu çareye hiç başvurmadım.

Ama ahretin direksiyonu elimin altında olmasaydı, kendimi tuzağa düşmüş hisseder ve bir an önce kaçmaya bakardım.”

 

Read Full Post »

Terry Eagleton- Kuramdan Sonra

S:159

Ahlakın evrenselliğinden bahsedebiliyor olmamız, her şeyden önce beden sayesindedir. Aydınlanma soyutlaması sayesinde değil. Türümüzün zaman ve uzamda yayılmış geri kalanıyla paylaştığımız en önemli nokta, maddi bedendir. Tabii ki ihtiyaçlarımızın, arzularımızın ve acılarımızın her zaman bir kültürel özgünlük durumu içerdiği doğrudur. Ama maddi bedenlerimiz, prensip olarak kendi türlerinden olanlar için bir duygusal yakınlık hissetme kapasitesine sahiptir, hatta buna mecburdur. Ahlaki değerler, işte bu duygudaşlık kapasitesi üzerine kuruludur. Melekler eğer varsalar bizim anladığımız anlamda ahlaki varlıklar olamazlar.

Bazı insan bedenlerinin sevgi ve şevkatimize layık olmadıklarına bizi ikna edebilecek tek şey kültürdür. İnsan türünün bazı üyelerini insanlık dışı olarak değerlendirmek, belirli bir miktar kültürel derinlik gerektirir. Duyularımızın tanıklığına kulak asmamayı gerektirir. Neresinden bakarsanız bakın, bu durum , kültürü içgüdüsel olarak olumlayıcı bir terim kabul edenleri durup düşündürmelidir. Kültürün, kendisini insan bedenleri arasına sokabileceği bir biçim daha vardır; buna teknoloji diyoruz.Teknoloji, bedenlerimizin, onların birbirleri için yakınlık duyma kapasitelerini köreltebilen bir uzantısıdır. Ötekileri, yürek burkan feryatlarını duymak zorunda kalmadan, uzaktan yok etmek artık kolaydır. Askeri teknoloji ölüm yaratır ama ölüm deneyimini yok eder. Binlerce insanı bir anda yeryüzünden silecek bir füze saldırısını başlatmak, tek bir askere, birini öldürme emrini vermekten daha kolaydır… Teknoloji, bedenlerimizi çok daha esnek ve geniş ama bazı bakımlardan da çok daha az duyarlı kılar. Duyularımızı, derinlik, devamlılık ya da yoğunluk yerine çabukluk ve çeşitlilik odaklı olarak yeniden düzenler. Marx bunu Kapitalizmin, duyularımızı bile metalara dönüştürerek, bedenlerimizi yağmalaması olarak değerlendirir.

S:160

Aslında doğal olanla insani olan, maddi olanla anlamlı olan arasındaki bağlantı, ahlakın kendisidir. Tabiri caizse, ahlaki beden, maddi doğamızın, anlam ve değerle buluştuğu bağlamdır.

Öyleyse, birlikte doğmuş olduğumuz bedenlerimiz sayesindedir ki, evrensel hayvanlarız.

…Bedenlerimizin böyle olmasından dolayı, prensip olarak, kendi türümüzün üyeleriyle gireceğimiz fiziksel temas ilişkisinden çok daha derin ve zengin iletişim ilişkilerine girebiliriz.

S: 164-165-166

Düzmece evrensellik türleri hepimizin aynı olduğunu öne sürer. Ama kimin duruş noktasından? Farklılıkları yok ederler ama sadece çelişkiler olarak dolaşıma geri sürmek üzere. Farklılıkları yok etmek şiddet içeren bir iştir ve bu işten dolayı kimlikleri tehlikeye girenler de büyük bir ihtimalle aynı şekilde, kanlı bıçaklı karşılık vereceklerdir. Fakat gerçek evrensellik türleri, o farklılığın doğamıza içkin bir şey olduğunu idrak eder. Bunun tersi geçerli değildir. Beden, belki de aramızdaki en temel ortaklık biçimidir; ama aynı zamanda eşsiz şekilde bireyleşme biçimimizdir de. O halde, bir başka insan bedeniyle karşılaşmak, birbirinden ayrılmaz biçimde, hem aynılıklarla hem de farklılıklarla karşılaşmaktır. Ötekinin bedeni, aynı anda, hem yabancıdır hem de bildik. Onun ötekiliğini açığa çıkaran, işte tam da onunla bu ilişkiyi kurabildiğimiz gerçeğidir. Dünyadaki öteki şeyler bize aynı anlamda yabancı değildir.

Bireyleşme, bizim türsel varlığımıza özgü etkinliklerden biridir. Bir pratiktir, verili bir durum değil. Ortak olarak paylaştığımız dolayımlar alanından kendimiz için eşsiz bir kimlik koparmaya giriştikçe yaptığımız bir şeydir bu. Bir insan birey olmak bir şeftali birey olmak gibi değildir. Bu hayata geçirmemiz gereken bir projedir. Ortak varoluş zemininde kendimiz için yarattığımız bir özerklik alanıdır; yani bağımlılığımıza alternatif olmaktan çok, bağımlılığımızın bir işlevidir. Türsel yaşamımız öyle bir niteliğe sahiptir ki, tür ile kişisel kimlik olarak bilinen, eşsiz bir ilişki biçimi geliştirmemizi olanaklı kılar. Madde her zaman işin tikel (cüz-i) yanıdır, karakteristiklerin özgün kısmını oluşturur. “Özgün” sözcüğünün kendisi, hem kendine özgü, hem de “türe ait” anlamına gelir.

Günümüzün kültür kuramına göre, insanları doğal bir tür olarak ele alan zoolojik konuşma biçimi, oldukça şüphe uyandırıcıdır. Hümanizm, yani insanların doğa içinde eşsiz bir yere sahip olduğu inancı artık eskisi kadar moda olmadığı için, insanın üstünlüğünün savunuculuğu kültürelcilere geçmiş bulunuyor. Kültürelcilik, aynı ekonominin her şeyi ekonomik bağlama çekmesi gibi, her şeyi kültürel bağlamda gören bir indirgemecilik biçimidir. O nedenle, öteki şeylerin yanında, doğal maddi nesneler ya da hayvanlar da olduğumuz hakikatinden rahatsızlık duyar ve bunun yerine, maddi doğamızın kültürel olarak yapılandığını ileri sürer.

Tüm dünyayı kültürden ibaret saymak, onun bizden bağımsız varlığını reddetmenin ve dolayısıyla ölümümüzün olanaklılığını yadsımanın bir yoludur. Eğer dünya, gerçekliği için bizim ona dair kurduğumuz söyleme bağımlı ise, o zaman, bu durum, insan hayvana, her ne kadar “gayrı merkezi” de olsa, dayatmacı bir merkeziyet verir. Varoluşumuzun daha olumsal, ontolojik olarak daha sağlam ve haliyle ahlaka daha az muhtaç gözükmesini sağlar. Gerçeklikle mutlak kaos arasında duran şey biz olduğumuza göre, bizler anlamın nadide muhafızları oluruz. Etrafımızdaki dilsiz şeylere dil veren biz oluruz. Kültürelcilik, ölüm gibi doğal bir olayın, sayısız kültürel üslupla anlamlandırılabileceğinde tabii ki haklıdır. Ama yine de ölüyoruz. Ölüm, Doğanın kültür üzerindeki nihai zaferini temsil eder. Kültürel olarak anlamlandırıldığı gerçeği, onu, yaratılmışlara has doğamızın olumsal olmayan bir parçası olmaktan alıkoymaz. Ölüm, anlamlandırmalarımızın yok oluşu değil, bizzat bizim zorunlu yok oluşumuzdur.

Read Full Post »

Şam…

ŞAM

 

 

Şam

Yeşil halıda yıldızlar kervanı

İki meme: Köz ve portakal.

Şam

Yatağında, sevdalı gövde,

yay gibi

ve yeni doğmuş bir ay.

Aç zamanın şişesini

su adına.

Dön her gün

gece yörüngende

Düş, kurban kimliğinle

şehvetin yanardağına.

Odamın çevresinde uyuyor ağaçlar.

Elmadır yüzüm ve aşkım

bir yastık, bir ada.

Neden gelmiyorsun

Şam

Ey yatak

Ey meyvesi gecenin.

 

 

Adonis

Read Full Post »

Chuck Palahniuk:  DÖVÜŞ KULÜBÜ’NDEN

 

 


Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe.Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız.

Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.

 


******

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var.

Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.

Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

***

Bize dünyanın bokundan ve pisliğinden başka bir şey bırakmadılar.

                  

 

 

 

 

 

 

 

Read Full Post »

Room Full of Mirrors

 

Ayna dolu bir odada yaşardım
Ve görebildiğim tek şey kendimdi

Sonra ruhumu aldım ve aynalarımı kırdım
Ve işte şimdi bütün dünya karşımda”

Jimmy Hendrix

 

Read Full Post »

Uzaktan bakıp insanlara
Konuşmalar yazdım dudaklara
Sonra kendime baktım
Tıklım tıklım yalnızdım
Gökdelenlerden tükürdüm dünyaya
Ben hayatım boyunca
Bu yüzden kupkuru ağzım
Bak geçmedi yıllarca”

 

Teoman

 

 

 

Bu kalabalığın içinde
Yapayalnız hissetmektense
Dünyanın bir ucunda
Tek başımayım
Kir göstermeyen renkleriniz
Sizin olsun korkmaktansa
Bulanıklığın tam içinde
Bir başımayım”

 

Şebnem Ferah

Read Full Post »

“…
Just a perfect day
You made me forget myself
I thought I was someone else
Someone good !”


Mükemmel bir gün
Bana kim olduğumu unutturdun
Başka birisi olduğumu sandım
İyi biri !”

Lou Reed

 

 


Boş olduğumu söylüyorlar
Yüzeysiz, derinliksiz
Oh, lütfen, siz olabilir miyim?
Sizin kişiliğiniz harika
Yeni binalar gibi
Kare, uzun ve aynı

 

Lou Reed

Read Full Post »

Pakedi açtım, boş bir kutu vardı
Hiçbir anlam yoktu, sadece boş bir kutu
Gönderen bir kadındı
Ona veremediğim her şeyi gönderdiğini söyledi
“Doldur ve geri yolla,” dedi
Ben de ona boş bir kutu yolladım
Büyük bir hata işledim, boş bir kutu yolladım
Yarı gölgeler içinde, yarı boğuk ay ışığı altında
Ve yarı deli, sadece bir ses
Kapkara bir vadiye girdim
O kadar karanlık ki geriye dönüp baktığımda
Başladığım yeri göremedim
Ellerimi göremiyorum
Gözlerim açık mı, onu bile bilmiyorum
Sabahleyin deniz kenarındaydım
Ve yüzebildiğim kadar açığa yüzdüm
Daha fazla yüzemeyecek kadar
Ve gücümün geri gelmesi için yüzeyde bekledim
Ve boş bir kutu yanıma geldi
İçine girdim
Yarı gölgeler içinde, yarı boğuk ay ışığı altında
Ve yarı deli, sadece bir ses”

 

Morphine

Read Full Post »

Evet, beni götürmeye geldiler
Hayatımın sonuna kadar burada oturacağımı söylemiştim
Ama umurumda değil – karımı vurdum
Ve kardeşim, neden olduğunu bile hatırlamıyorum

Uzun bir süre insanı kötü hissettiriyor
Evet, uzun bir süre insanı kötü hissettiriyor
En son ne zaman sevgi gördüm, hatırlamıyorum
Uzun bir süre insanı kötü hissettiriyor”

Nick Cave

 

 

Pencerenin öbür tarafında olan şeylerin
Senin işin olmadığını ne zaman öğreneceksin?
Tanrı sana bir tane kalp vermiş
Sen kardeşlerinin kalpleri için bir ev değilsin
Ve Tanrı senin yardımseverliğini önemsemiyor
Bunun diğerlerinde olmamasını önemsemediği gibi
Ayrıca mutsuzluklar çirkin, amaçsız ve fazlaca birikirken
Yarattığı dünya hakkında pencere arkasında
Ahkam kesenleri de önemsemiyor.”

Nick Cave

Read Full Post »

« Newer Posts - Older Posts »