çiçek yanıt verdi: Seni aptal! Görülmek için mi açtığımı sanıyorsun? Kendi zevkim için açılıyorum, başkaları için değil, çünkü hoşuma gidiyor. Aldığım zevk var olmaktan ve açmaktan ibaret.
Schopenhauer…
nehir yanıt verdi: anlasana artık bir tek deniz için akıyorum…
deniz yanıt verdi: nehirler bana aktı, ama ben hep okyanus olmak istedim…
gece yanıt verdi: güneş beni doğuruyor, güneş beni öldürüyor…
ses yanıt verdi: sessizlik istiyorum…
I want all of it; not just some of it – Lou Reed…
Random answers…
Archive for Eylül 2008
random answers…
Posted in Random Answers, yazılarım(.(.(, tagged answer, çiçek, Lou Reed, yanıt on Eylül 16, 2008| 1 Comment »
merhaba…
Posted in (d)alıntı, mesaj on Eylül 16, 2008| Leave a Comment »
“konuşulacak çok şey var ama susturur bazen insan kendini.. hani hiç tanımadan dinlemek isterdim.. hayallerinizi.. belki de konuştuğunuz çok kişi vardır.. belki de çok konuştunuz ve anlamsızlaştı.. yazmak çok güzel ama o kadar çok yazmışlar ki.. diyorsunuz ki (yani ben) herşeyi yazmışlar.. geriye yaşamak kalıyor.. nasıl… basit olmalı sanki.. ya da başka birşey.. bugünlerde kime dokunsam ve neye dokunsam yüzyıldır ağlıyor sanki..”
…
…
Posted in (d)alıntı, ... - W. Shakespeare, tagged shakespeare on Eylül 16, 2008| 2 Comments »
…
kim tutabilir ki ateşi elinde
karla kaplı kafkasları düşünerek;
ya da açlığını bastırabilir
gözlerinin önünde bir şölen canlandırarak;
ya da çırılçıplak yuvarlanabilir
aralık karında yaz sıcağını düşleyerek…
…
o zaman insandın asıl,
yapmaya yüreğin olduğu zaman.
daha ileri git şimdi
daha fazla insan olmak istiyorsan…
W, Shakespeare
Tanrı…
Posted in (d)alıntı, Tanrı - Charles Bukowski, tagged Bukowski, tanrı on Eylül 11, 2008| Leave a Comment »
“GİDENLERE NE YAPTINIZ?”
Posted in (d)alıntı, Gidenlere Ne Yaptınız - Orkun Usta, tagged mor ve ötesi on Eylül 11, 2008| Leave a Comment »
Hırpalanmış Bir Dilden Söylemler” | Orkun Usta
“GİDENLERE NE YAPTINIZ?“
“kızdınız
siz haklıydınız
artık size gerek yok”
Mor ve Ötesi
Karın üzerinde yürüdüğümü hayal ediyorum bazen. Hiç vakit kalmamış olsa da, direniyorum. Kibirli bir güzellik, pembelere bürünmüş, sırtında derin bir günahın lekesi; tırnaklarını batırıyor dileklerime. Duvarlar sarmış sürüyü; görmüyorlar mı, hissetmezler mi; tütün sarmış dört bir yanı. Korktuğumu belli etmemeye çalışarak, sabahtan borç alıp nefesi, şiirin ‘sen’e bulandığı yerde aynaya iğneler saplıyorum.
“Bir hataydınız! Kendinizi hapsettiğiniz tuğlalar arasında, hiç bıkmadınız mı gaybtan kopardığınız kelimelerden. Tıpkı kendiniz gibi; savaşlardan ve zafer gibi yenilgilerden artakalmış sözleri de nereden buldunuz öyle? Işık ışıktır, uçuk yazarları ise yitenlere bırakın dedik. Anlatamadık. Kaçtınız, mevsimler içine dağıldınız. Bir süre sonra ‘beşinci mevsim’in bulunduğuna dair haberler yolladı düş örenleriniz. Oysa ki biz, o beşinci mevsime dair hiçbir şey göremedik… Gidenlere ne yaptınız?”
Konuştukça konuşuyor. Dinlemiyorum, dinlememeliyim. O hiç inanmamıştı zaten. Kötü bir ev arkadaşı. Odadan kovuyorum.
“Cehennem ol be kadın!”
O kirlenmiş şehrin yüreğinde, birbirine yalan söyleyen, kıyım kıyım kıskanan kafelerin arasından belli belirsiz yürüdüğümü -yoksa yağdığımı mı demeli- düşünüyorum. Zorlamayın, şarkılar ve zamanın küçük düşürdüğü bütün o aziz yara! Yıkmak, parçalayabilmek; günün birinde kendimi Batıya doğru giden yollardan birisine atabileceğimi düşlemek ve Doğunun alnına kazınmış olan o transparan mühre dokunabilmenin güne ahlar çektiren özleminde yanmak “eskisi” değil.
Bir yaz uykusunun ardından içilen sıcak bir kahve kadar uyuşuk ve de kendine münhasır isimler.
Kalplerinden daha önemli e-mail adreslerine sahip yüzler geçiyor dışarıdan. Resmi çizilecek bir manzara değil. Perdenin renklerine sinip kendimi yüksek topuklu kadınlara teşhir etmemeye çalışarak şehrin kırıldığı noktaya bakıyorum; reklam panoları, egoistlik abidesi otomobiller, içinde yazılanları okuyamadığım mönüler, tuhaf aksanı olan ses telleri, Balkanlardan gelen yüksek hava basıncı, hayata ters ters bakan sahaflar ve geride kalan bütün bir ucube varoluşlar; hepsi de şehrin karanlıkta kalan zevklerini, kırılma noktasını oluşturmuş. Arnavut kaldırımlı sokaklar hizasında, ışıktan geçer gibi kendinden geçmiş, aklı bulanık bir ressamın yitirdiklerine çöküyor.
İstiyorum ki, konuş benimle, yazıya karış hadi, “yalan söylüyorsun alçak!” diye bağır yüzüme, dilimin varmadığı kelimelerden bahset, çarmığa bir yüz de sen batır. Ne olursun yeter ki susma yazdıklarıma.
Farkındayım, yüzüne, yüzüne ve yüzüne söyleyebilmeliyim bunları. Kıpkırmızı iki çift göze. Kıpkırmızı bir ruja. Kıpkırmızı bir ayrılığa.
Yolarak çiçekleri, biten bir aşktan intikamımı alabilsem. Fildişi kulelerden neden düşer bir insan, sorabilsem. Yorulmasanız öyle geceye doğru. Neye gülüyorlar hiç durmadan, yoksa görmüyorlar mı tütsüye sinmiş koridorları. Anlatabilsem ve içine Selim Işık sinmiş bütün o kitaplar nerede ve nasıl ve hangi bakış ile yazıldı, öğretebilseler.
Arsızca, sır saklamadan, “biz” ile.
Güneşin altında söylenmedik, yaşanmadık, denemedik, çekiştirilmedik hiçbir şey kalmadığını söylediler, daha ne bekliyorsun benden?! Aklımdan, üzerine mürekkep dökülmüş tuhaf bir hatıranın milyonlarca kez kıskançlık ile terbiye edilmiş eskizleri geçiyor. Sigaramdaki duman uzuyor, “Her şeyi bilir misin sen böyle?” diye soruyor. “Bazen” diyorum, “bazen geceyi vurabileceğimi düşünürüm… Fakat ne büyük bir kurnazlıktır gecenin hilesi! Her seferinde onu birdenbire tam da sayfalarıma oyunlar batırırken buluveririm.”
Ne yapacağıma karar veremesem de, kaçabilirim. Her zaman kaçabilirim. Gurursuzca, hiç çabalamadan. Bir keresinde Metin, “Kendine yakıştırabilir misin bunu?” diye sormuştu.
Bu da soru mu…
Arabanın altına saklanmaya çalışan hırpalanmış tekir kediyi görünce sözlüklerden birinde, “Yağmur tarafından tartaklanan ruhlar” diye bir başlık açmayı düşünüyorum.
“Hiç ciddi olamaz mısın sen?”
Artık olamıyor gibiyim.
Ses üstüme üstüme yürüyor,
“Bu gece bitirmek ister misin Melih? Yola çıkmak?”
Artık yapamam, anlasana! Derinlere yürüyemem! Yağmur çağırmıyor…
Unutuş…
Posted in (d)alıntı, Unutuş - Octavia Paz, tagged octavia paz, unutuş on Eylül 4, 2008| Leave a Comment »
Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta
gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.
Gömül vızıldayan sesin
düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılan
dilsiz bir çağlayan gibi,
davulların çalındığı yerde.
Bırak kendini karanlığa,
kendi etine gömül,
kendi yüreğine;
kemik, o mor şimşek,
kamaştırsın gözlerini, kör etsin,
mavi göğsünü göstersin akşam ışığı
körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.
O sıvı karanlığında uykunun
ıslat çıplaklığını;
kıyıya kimbilir kimin bıraktığı
gövdeni, o köpük danteli unut.
Sonsuz kadın, yitir kendini
kendi benliğinin sonsuzluğunda,
bir başka denizle buluşan bir deniz gibi
unut kendini, beni unut.
Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar
o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar.
oCTAVIA pAZ
Kılıç…
Posted in (d)alıntı, Kılıç - Ece Ayhan, tagged kılıç on Eylül 4, 2008| Leave a Comment »
KILIÇ
ey serseriliğin denizleri! ey ahtapotları atılmışlar kıyıya mutsuzluğun! bir kraliçedir oğlum kanatlarını açmış. örtünür canfes. unutur gitgide yıkılmış babası büyücü. selanik’te geçirir kışı.
gelmiş bir kadınla konuşur. mısrâyım’den. yorgunluğu kusursuz bir at mor.
uyuya kalmış kayalıklarda. yükselir niçin bilinmez deniz. ey batık gemiler! ey sürgün karaltıları! ağlayan bir melez ben.
anlatılmaz bir kılıçtır kuşanmış taşırım belimde karaduygululuk.
eCE aYHAN
insanın halleri…
Posted in (d)alıntı, İnsan Halleri - Ece Ayhan, tagged ayrıntı, büyü, kadın, kurt, kuzu, masal on Eylül 4, 2008| Leave a Comment »
“insanın hallerini ismin halleri gibi birkaç tane sanıyorlar. yanılmıyorsam masalın korsika varyantına göre kırk haramiler kardeş kıldıkları bir kızın ölüsünü, altın bir tabut içinde gittikleri her yere taşırlarmış. herkesin olumsuz bildiği zehir zemberek haramilerin bile iyi bir yanı vardır. nasıl saf iyilik yoksa saf kötülük de yoktur. evet, evet, türk sinemasında böyle kalıplar var. istatistik verilere dikkatle bakılmalı, ama bir genelleme yapılmamalı. sosyoloji özellikle de pozitivist sosyoloji arkadan gelsin. iğne ile kuyu kazar gibi bakmalı insana. borges’e sorarlar, “kadınlar üzerine ne düşünüyorsunuz?” diye. “hangi kadınlar?” der. sanat
ayrıntıdır.”
eCE aYHAN..
ismin ayrıntı halleri vardır, ismin büyü halleri, kurt halleri, kuzu halleri…
Mirage…
Posted in Mirage, yazılarım(.(.(, tagged kafes on Eylül 3, 2008| Leave a Comment »
Doktor bir kadınla aramda geçen Aşk üzerine bir diyalog…
“Benim adıma kamu vicdanına seslenir misin zeki adam… İki öpücük arasındaki zaman geçişi kadardır kalbimin aşık olma kapasitesi …Üçüncü öpücükler felaket…”
“İki öpücük arasındaki zaman geçişi kadar olan bir aşkın kalp olma kapasitesi? Hz. Muhammed’in miraç mucizesi vardır, rivayet odur ki, eli bir bardak suya çarpmıştır ve o su yere dökülünceye kadar miraçı gerçekleştirmiştir, ben şöyle düşünüyorum miraç sonsuzdu, Tanrı Muhammed’e bir “an”da sonsuzu göstermişti, mucize buydu…”
Aforizmaların Kraliçesi: “bi gün bi kafes kuş aramaya çıkar…”
Franz Kafka
Şeytan…
Posted in yazılarım(.(.(, Şeytan, tagged passion, Şeytan on Eylül 3, 2008| 1 Comment »
Ve ruhum çalınmıştı… İşte o zaman Şeytanla tanıştım, biliyor musun Şeytan yalan söylemez, yalan söyletir… Masalı bırak dedi bana, sana ibnelik yapıldı ve ruhun çalındı, şimdi bir karar ver ruhun ya onda kalacak ya bende… Görüyorsun değil mi Şeytan nereye dokunacağını nasıl da biliyor… Ruhum senin dedim… … … … gerçekmiş dedim gözlerin ateştenmiş, dilin alevden, nefesin kavururmuş… Ve gördüğüm en akıllı şeysin… Sen dedi bana Katı bir Musevisin, Marx gibi, senin derdin adalet, unutma bu her zaman olmaz ama ben sana Tanrı’nın bir hediyesiyim…
Ve Şeytan beni böyle kandırdı; gerçekle, adaletle ve Tanrı’yla, gördüğüm en akıllı şeydi! Ve unutmamak lazım sanırım; o da bir melekti!
…
Şeytan bir günah işleteceği zaman, işe o günahı kutsallık zırhına sokmakla başlar!
William Shakespeare